En çok haz aldığımız ibadet ‘tavaf’tı

Image
HAC YAZILARI – 3
Mekke’de en çok da Kâbe’yi tavaf etmek bize haz veriyordu. Bir gün Kâbe’yi tavaf esnasında unutamayacağım bir şeye şahid oldum. Tahminen 80 yaş civarında bir pir-i fâni ile, onun belinden kemerine yapışmış, ondan daha yaşlı (tahminen öndekinin babası) iki ihtiyar tavaf ediyor. Normalde tavaf duâları veya bizim yaptığımız gibi tesbihat, Cevşen vs. ile duâ edilirken, bu ihtiyar ağlayarak ve tavaf esnasında, Kâbe’den de gözünü ayırmadan “Allah’ım, Allah’ım, Ya Rabbim Allah!” diyerek tavaf ediyor, arkadaki de bir takım mırıldanmalarla onu tasdik ediyordu. Ama, o kadar hulûs-i kalble yapıyorlardı ki, kendi kendime dedim ki: “Allah-u a’lem, bu zatın şu duâsı ve hâli, belki de haccımızın kabul edilmesine sebep olmuştur.”

Aslında onların fotoğraflarını çekmek isterdik, ama Suudilerin fotoğraf makinesi kullanımındaki katı tutumlarından dolayı cesaret edemedik. Fark ettikleri an makineye el koyuyorlar. Gerçi son zamanlarda teknolojinin ilerlemesiyle, cep telefonu ve kalem kameralarla herkes çekebiliyormuş artık.
Tabiî oralarda çok enteresan şeylere şâhid oluyoruz. Bir defa bizi, Kur’ân okumayı bilmeyen Müslümana benzettiler sanki. Kâbe’de oturup Kur’ân okurken, hemen arkamdaki Iraklı hacılar Türk olduğumuzu öğrenince, okuduğumuz Kur’ân’ın Türkçe olup olmadığını sordular. Gösterince de şaşırdılar “Siz bunu okuyabiliyor musunuz?” diye. Bir seferinde de yine Cevşen okurken arkamızdaki İranlı hacılarla biraz konuştuk.
Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı, aile dostumuz Prof. Dr. İzzet Er Hoca ile de görüşüp fikir alış verişinde bulunduk. Hac organizesinden bahsolunca, işin burasında aklıma şu geldi. Aslında Diyanet’in yaptığı hac organizasyonunda bazı haller dikkatimizi çekti. Kısa maddeler halinde aklımızda kalanlar şöyle:
– Müslümanın, genellikle ömründe bir defa gideceği hac ibadetinde yanlışların olmaması için, tecrübeli ve ehil din görevlilerinin gönderilmesi lâzımken; Diyanet, sanki bütün imam ve müezzinlerin, hatta diyanette çalışanların gitmesi şartmış gibi, yeni ve tecrübesiz çok kişi yolluyor.
– Hac, fiyat olarak pahalı oluyor. Bizden bir önceki dönemde dolar üzerinden işlem yapılırken, bizim gittiğimiz sene, aynı miktarda euro üzerinden tahsilât yaptılar. Tabiî bu da TL olarak daha çok para vermemize sebep oldu.
– Her sene, zannedersem 50 civarında milletvekilini hacca götürüyor Diyanet. Kimin parasıyla? Zaten uzun yıllar hacca gidebilmek için para biriktiren insanımızın parasıyla yapılıyorsa bu, günah.
– Türkiye’den uçakla geliş-gidişlerin çoğunda, hacılara zor bir yolculuk yaptırılıyor. Meselâ, biz gelirken de, giderken de Cidde Havaalanını kullandık, bu da eziyet oldu. Halbuki, önce Medine-i Münevvere’ye gelen veya oradan dönüşü yapanlar için Medine havaalanı kullanılsa daha iyi olur.
– Orada ibadetler için bulunulacak müddet 2-4 hafta arasında olabilecekken, 6-7 hafta insanları orada bekletmek biraz garip geldi bize.
Tavaflarımıza devam ediyoruz. Hac nasip olmayan kardeşlerimize, eşimize, dostumuza niyet ederek tavaf ediyoruz. Nur Talebelerinin, genellikle buluşma yeri olan müezzin mahfilinin altına gidiyoruz. Bir çok eski dostu görüyoruz. Gözlerim Selahaddin Yeşilyurt’u (rahmetli) arıyor, göremiyorum, ama ağabeyi Mustafa Yeşilyurt’la karşılaşıyoruz. Sohbetten sonra, bir ara ayrılıyoruz. Sonra beni uzaktan görüp yanına çağırdı ”Osman kardeş gel!” diye. Gittim, “Bak” dedi, sütunların birinin yanına götürdü beni. Elini sürerek “Bu direğe sırtını ver, Kâbe’yi seyret. Bu direk Peygamber Efendimizin (asm) sırtını vererek Kâbe’yi tefekkür ettiği, seyrettiği direktir” dedi. Suudîler onu da kamufle etmiş, kimse anlamasın diye.
Hacca genç yaşta gitmek lâzım. Yaşlı kimselerin çektiği meşakkati; özellikle de Hıra (Nur) ve Sevr Dağlarına çıkarken (veya çıkamadıklarında) müşahede ettik. Elhamdulillah, oralara çıkmak bize nasip oldu. Gerçi, burada da Diyanetin organize eksikliği vardı. Yorucu ve meşakkatli olan o yolculuğu bize, peş peşe iki günde yaptırdılar. Halbuki ara verilip yapılsaydı daha iyi olurdu. Her iki mübarek dağa da, sabah namazından önce çıktık. Hıra Dağına, vahyin ilk geldiği dağa çıkınca hep Hz. Peygamber’i (asm), “İkra!” emr-i İlâhîsini hatırladık. Sevr Dağına çıktığımızda da, Âlemlerin Efendisi (asm) ile Sıddık-ı Ekber’in hicret yolculuğunu, güvercini, örümceği hatırladık. Peygamberimizin (asm), korkup korkmadığını sorduğu Hz. Ebû Bekir’den, “Korkuyorum” cevabını işitince buyurduğu “Lâ tahzen, innallahe meana” (Mahzun olma, korkma! Allah bizimledir) kelâm-ı mübareği, sanki kulaklarımızda çınladı.
Artık günlerimiz tavaf ve diğer ibadetlerle geçiyordu. Kur’ân hatmimiz, Cevşen, risâle, v.s ile. Birkaç defa, Hacer-i Esved taşına elimizi sürmek için çok gayret gösterdik, ama maalesef  gerek izdihamdan ve gerekse Kâbe’nin duvarına ve o mübarek taşa yapışıp onu bırakmayanlar yüzünden bizlere sıra gelmiyordu.

-DEVAM EDECEK-

 

Image

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*