En tehlikeli fikir, gerçeğe en çok benzeyen fikirdir

“Elde Kur’ân gibi bir mu’cize-i bâkî varken
Başka burhan aramak aklıma zâid görünür.
Elde Kur’ân gibi bir burhan-ı hakikat varken,
Münkirleri ilzam için gönlüme sıklet mi gelir?”
(25. Söz, s. 328)

İmanla küfür, yalanla gerçek, doğru ile yanlış, hak ile batıl arası, eskiden çok uzaktı. İkisinin bir arada bulunması neredeyse imkânsızdı. Bir yerde hak varsa, orada bâtılın barınması söz konusu olamazdı. Hakikatin olduğu yere yalan yaklaşamazdı. Zamanla bu zıtlar birbirine yakınlaştı. Aralarındaki mesafe kısaldı. Ahirzamanda ise, tamamen iç içe girdiler. Artık hak ile bâtıl, doğru ile yanlış, ifsat ile ıslah, fâsid ile salih aynı mekânda bulunuyor. Sadakat ile ihanet, muhabbet ile husumet aynı dükkânda, aynı tezgâhta sergileniyor. Artık bunları birbirinden ayırmak o kadar kolay değildir.

Eskiden mihenk taşları vardı. Altın ve gümüş gibi değerli madenlerin kalitesini ölçmek, onların sahte veya gerçek olduklarını anlamak için bu madenler mihenk taşına sürülür, orada bıraktıkları ize göre değerleri tespit edilirdi. Madenlerin mihenk taşları olduğu gibi, fikirlerin de mihenk taşları vardı. Söylenen bir söz, sergilenen bir davranış, Ayet, Hadis ve Sünnet gibi mihenklere vurulur, ona göre değeri ölçülürdü. Bu zamanda ise, önce mihenk taşları devreden çıkartıldı. Sonra kalpazanların sayısı arttı. Kalp ve geçersiz akçelerin aslına çok benzeyen sahteleri piyasaya sürüldü.  Onları ayırt etmek için ise, basiret ve feraset sahibi bir mü’min ve iyi bir insan sarrafı olmak gerekiyor.

Pirincin içindeki beyaz taşları ayıklamak ne kadar zor ise, bu zamanda fikirler içindeki hak ve bâtılı ayırmak da o kadar zordur. Bunun gibi, en tehlikeli fikir de, gerçeğine en çok benzeyen sahte fikirlerdir. Müdakkik olmayanların sahte ve bâtıl düşüncelere kapılmaları daha kolay olmaktadır. Dolayısıyla, iman davasını takip edenlerin her zamankinden daha fazla feraset ve basiret sahibi olmaları gerekmektedir.

Doğru fikrin, doğru düşüncenin, hak ve hakikat yolunun hangisi olduğunu öğrenmek için müracaat edilecek en güvenilir rehberler, Kur’ân-ı Kerim, Sünnet-i Seniyye ve Hadis-i Şeriflerdir. Ama uzun yıllar bu kaynaklar kurutulmaya çalışılmış, bu nurların üzeri gaflet ve dalâlet bulutları ile kapatılmak istenmiştir. Dinsizler, münafıklar ve müfsitler bu gayretlerinde kısmen başarılı olmuş, İslâmiyet güneşini gaflet ve dalâlet perdeleri ile küsufa uğratmışlardır. Ama Kur’ân’ın muhafızı bizzat onun sahibi olan Cenab-ı Hak olduğundan, nurunu tamamlamak için Hatemü’l-Enbiya’nın (asm) hatemü’l-varisini göndermiş, o da İslâmiyet elmasına saykal vurmuş, üzerindeki gaflet ve dalâlet kuburunu temizleyip din-i mübinin aslını ve esasını ortaya çıkarmıştır.

Artık ahirzaman Müslümanlarının elinde Risale-i Nur gibi bir Asr-ı Saadet mihengi vardır. Bugün bizler, kafamıza ve kalbimize gelen her türlü fikir ve düşünceyi bu mihenge vurarak hak mı, bâtıl mı olduğunu kolayca tespit edecek imkâna sahip bulunuyoruz. Kalp fikir ve düşünceler aslına ne kadar çok benzerse benzesin, Risale-i Nur mihengi ile kolayca teşhis edilebilirler. Yeter ki Risale-i Nur’u çokça okuyalım, doğru anlayalım, her zaman her müşkülümüzde ona müracaat edelim.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*