Entelektüeller Münazarat’ı mutlaka okumalı

Image

“Said Nursî Belgeseli”nin yapımcılarından Cemalettin Canlı, Said Nursî’nin, Batının diliyle konuştuğu için eleştirimesine karşı entelektüelleri, ‘Münazarat’ı okumaya çağırdı. Said Nursî’nin mevcut gelişmeyi gördüğünü ve İslâmı o doğrultuda ihya edebilecek bir kapasiteyi açığa çıkarmaya çalıştığını belirten Canlı, “Burada kavramların Doğulu ya da Batılı olmasından öte kulun Allah karşısında vazifesini yerine getirebileceği toplumsal sistem önemli” diye konuştu.

Entelektüeller “MÜNÂZARÂT”I mutlaka okumalı Laiklik, cumhuriyet demişken, İslâmcılar Said Nursî’yi, Batının diliyle konuştuğu için eleştiriyor. Sizce Said Nursî, Batıcı mıydı?

Bunun için de Münâzarât’ın bir kez daha okunması gerekiyor. Said Nursî mevcut gelişmeyi gören, İslâmı o doğrultuda ihya edebilecek bir kapasiteyi açığa çıkarmaya çalışıyor. Burada kavramların Doğulu ya da Batılı olmasından öte kulun Allah karşısında vazifesini yerine getirebileceği toplumsal sistem önemli. Said Nursî komşuluk hakkını tanımlayarak Ermenilerle, yani gayri Müslimlerle ilişkinin nasıl olacağını ortaya koyuyor. İslâmın kardeşlik, eşitlik hakkından bahsediyor. Bediüzzaman’ın “burada görünseler de 1300 sene öncesinin kafasını taşıyorlar” dediği kavram tartışmasını yapanlar. 1300 sene sen devletle birey arasındaki ilişkiyi yeniden üretip hayata geçirmediysen bir takım kavramları ödünç alıp, onu İslâma uydurmakla karşı karşıya kalacaksın zaten… Zamanın ihtiyacını karşılayamama Bediüzzaman’ın önüne bir problem olarak çıkıyor.

Ankara’ya dâvet edildiğinde Said Nursî’yle M.Kemal arasında bir tartışma yaşanmış?

Şark Umumî Vaizliği ve mebusluk teklifinin yapıldığı dönemde çatışma yaşanması imkânsız. 23 Nisan’a kadar M. Kemal’le büyük bir çatışma içinde olduğunu düşünmüyorum. Said Nursî, Ankara’ya geldiğinde cemaatin imamet işlerinin Meclis tarafından üstlenebileceğini söylüyor. Yani Hilâfet görevinin meclis tarafından deruhte edilmesini istiyor. Cumhuriyetin ilânından 38 yılına kadar Said Nursî’nin tavrı M. Kemal ve İnönü ile temas etmemek üzerine kurulu.

Ya M. Kemal’le yaşadığı tartışma?

Said Nursî böyle bir olay yaşanmamış olsaydı bunu anlatmazdı. Oturmuş, konuşmuş, görüşmüşlerdir. M. Kemal’in kendine yaptığı teklifleri reddetmiş, çekilmiştir. Said Nursî çatışmaktan kaçınacak biri olduğunu düşünmüyorum.

Peki M. Kemal’in Said Nursî’den bahsettiği bir belge ile karşılaştınız mı?

M. Kemal’in Said Nursî ile ilgili bir atıfta bulunduğuna denk gelmedik.

Sizce sistem Said Nursî’yi görmezden geldi mi?

Said Nursî ağır adam ve nihayetinde sistemin göremeyeceği bir adam değil. Said Nursî’nin “Dar’ül Hikmeti’l İslâmiye’ye aza oluşu, Kürt hareketi içindeki pozisyonu, Anadolu hareketine vermiş olduğu destek, Mecliste ‘hoş geldin’ törenleriyle karşılanması, Van’da kurulacak medrese için Meclise önerge vermesi… Bunlar düşünüldüğünde Said Nursî dikkate alınmayacak bir adam değil. Said Nursî “dahilde kılıç çekilmez” fikrini benimseyen biri. Mücadelenin ancak fikren yapılabileceğini savunuyor. Bunun yanında resmî metinlerde Said Nursî, Said Kürdî diye yazılıyor. Said Nursî’nin Şeyh Said’le karıştırıldığını düşünmüyorum. Bu, onu karşı devrimin saflarına atmanın bilinçli ve kasıtlı yolu.

Bir de devleti ele geçirmiş bir gücün Said Nursî gibi bir adamı nasıl engelleyemediği, nasıl yok edemediği sorusu sorulur durur…

Said Nursî son derece meşrû bir zeminde hareket ediyor. Yazıyor, çiziyor, yazdırıyor, çizdiriyor. Said Nursî’nin tek sıkıntısı başka din adamları gibi biat etmemek oluyor. Biat etmediği noktada ise çatışmıyor, kendi yoluna gidiyor. Kendisine açılan en ciddî dâvânın Afyon dâvâsı olduğunu düşünüyorum, çünkü o aşamadan sonra hareket ortaya çıkıyor. Çok partili hayata geçişle birlikte hareket ciddî bir baskıya uğratılarak tasfiye edilmeye çalışılıyor. Ancak bu dâvâdan da beraat ediyor. Eli silâhlı iki adam bulsalar hareketi imha ederdi, sistem. Bediüzzaman çok sağlam. Ceza aldığında ise hapse “Medrese-i Yusufiye” diyor. Cumhuriyet, Said Nursî’yi yalnızlaştırmaya, yanını yöresini boşaltmaya çalışıyor; ancak bütün kamu görevlileri Said Nursî’nin aleyhinde değil. Kendisini “Hoca efendi” sıfatıyla karşılayan insanlar da var. Kastamonu Belediyesi iaşe sağlamaya çalışıyor, ama ancak kira vermelerini kabul ediyor.

Çok partili hayat nasıl etkiliyor Said Nursî’nin hareketini?

Cumhuriyetin politikalarının genişlemesi Bediüzzaman hareketinde de bazı genişlemeleri beraberinde getiriyor. Siyasî bir hareket olmamasına karşın DP’yi destekliyor. Bunu yaparken, aslında cumhuriyet mekanizmalarıyla temasa geçmiş oluyor. Ben, geldiğimiz noktada yolların kesiştiğini görüyorum. Cumhuriyetin ve İslâmın karakterize ettiği Anadolu hareketinin derinleşerek bir zenginliğe evrileceğini düşünüyorum. Bu memleket kendi insanlarıyla barışık bir şekilde yaşayacaktır. 1945’te yakınlaşan yollar darbelerle araları açılsa bile kendi yaşam alanlarını koruyan kesimlerin ortak zeminlerde buluşabileceklerini zannediyorum.

Yani insanlar mücadele ettikleri Kemalizm’e mi benzeyecekler?

Hayatın müzakere zemini olduğunu düşünmek gerekir. Bunu bir bilek güreşi ya da diz çöktürme olarak algılamamak lâzım. Bundan 50 yıl önce Müslümanlar Kemalizmi komple ortadan kaldıracaklarını mı düşünürlerdi bilmiyorum, ama sonuçta Müslümanlar kendi kimliklerini yaşayabilecekleri ve başka kimliklerin de hayatını sürdüreceği bir zemine doğru gidiyor.

Siz araştırmalarınızda Said Nursî’nin “İngiliz ajanı” olduğu yönünde ortaya atılan haberler konusunda bir bilgi sahibi oldunuz mu?

Ben, böyle bir iddiayı saçmalık olarak değerlendiriyorum! Said Nursî, komünizm ve küfür karşısında insanların birlikte hareket etmesini istemiştir. Ancak burada Said Nursî, İslâmı; eşitler arasında birinci din değil, insanlığı kurtaracak olan son inanış olarak kabul ediyor. Bediüzzaman’ın zaruretler karşısında cevazları sürgit kural haline getirilerek yanlış yapılıyor. Ben Nursî’nin dinler arası diyalog meselesinde verdiği cevazın sınırlarının aşıldığını düşünüyorum.

Sınırlar nasıl aşılıyor sizce?

Kapitalizm bir dünya sistemi olarak kendini inşa ederken, karşısına çıkan engelleri tasfiye eder. Bugün Müslüman dünya kapitalizm için iyi bir üretici, tüketici ve pazar değildir. Bunun nedeni ise yaşamı pratiklerini belirleyen İslâmdır. Bunun için de bir şekilde Protestan İslâma çevrilmesi gerekiyor. Bugün dinler arası diyalog İslâmın kapitalizmin Truva atı pozisyonu getirilmesi çabasıdır. Bediüzzaman inananların birliğini savunurken bir hat üzerinden tanımlıyor; küfre karşı iman hattı… Eğer dinler arası diyalog yapılacaksa, hattın karşı tarafının net bir şekilde görülmesi gerekir. Hattı belirlemezsen hakim gücün ihtiyaçlarına karşılık gelen bir düzen ortaya çıkabilir. Bediüzzaman’ın Amerikancı İslâma cevaz veriyor olmaktan töhmet altında bırakıldığı kanaatindeyim. Bediüzzaman’ın böyle bir kastı yok. Sen bu projelerde İslâmın önceliğini ortaya koymadıktan sonra, bu Vatikan İslâmı olmaktan öteye gitmez.

Kilise, havra, cami bir arada inşa edilip dinlerin ortak bahçesi projelerine nasıl bakarsınız?

Bunlar inançla ilgisi olmayan fantastik, turistik şeyler. Bu tür çalışmalar Anadolu’yu sirke çevirmekten başka bir işe yaramaz. Tabiî, ben Anadolu’da farklı inanç sahibi insanların ibadethanelerinin ayakta kalmasına karşı değilim, ancak buradaki durum çok farklı.

Peki Said Nursî’nin, Zülfikâr Risâlesini Vatikan’a yollamasını nasıl yorumluyorsunuz?

Said Nursî, iman meselesini en iyi anlatan eser olarak Vatikan’a karşı da bir tebliğ görevi olduğunu düşünüyor. Onlara da anlatmak gerektiğine inanıyor.

Siz Said Nursî’nin, bazı İslâmcıların dediği gibi, İslâmı sekülerleştirdiğini, Protestanlaştırdığını düşünüyor musunuz?

Bediüzzaman, İslâm açısından öncü bir kişilik olarak çok kolay yutulur bir lokma değil. Yerleşmiş ilişkileri bir şekilde sarsıyor. Ben Said Nursî’nin İslâmı Protestanlaştırma gibi bir derdi olduğunu düşünmüyorum. Said Nursî’nin hareket noktası İslâma karşı yapılan taarruzları önleyip İslâmın dinamikleriyle karşılık vermek. İslâmı dünyaya şamil bir hale getirmek. Referanslarının tamamına yakını Kur’ân ve Sünnet. Ortaya çıkan da öyle Protestan bir din olmuyor.

Gelinen noktada Said Nursî’nin eserleriyle beslenen cemaatlerin durumu hakkında görüşleriniz nelerdir?

Said Nursî öncü bir kişilik, metinler de öncü metinler. Büyük İslâm uygarlığı içinde daha etkin bir yer edinip çığır açabilir. Cemaatlerse, benim gibi insanlara yönelik dikte etmek yerine, daha derin çalışmalar yaparlarsa çok iyi olur.

Belgesel sırasında cemaatle ilişkilerinizde neler yaşadınız?

Güzel insanlarla karşılaştık, bize katkı sağlamak için ellerinden gelenleri yaptılar. En güzeli de kendi yaşadığımız hayatlar dışında başka hayatlar gördük.

Ben, bu süreç içinden insanlar tarafından inciltildiğimi hatırlamıyorum. Çalışmayla ilgili temel olumsuzluk bir sürü bilgi ve belgenin ortalıkta olmamasıydı. Devlet tarafından bu kadar takip edilen bir insan hakkında bir sürü bilgi ve belge olması gerekir diyorsunuz, ama yok. Kanaatim odur ki, konuya ilişkin bilgi ve belgeler tasnif edilip ortaya serilmemiş. Osmanlı arşivinde yeni şeyler çıkabilir; emniyetin, MİT’in arşivlerinde de bir takım bilgilerin olması gerekir. Osmanlı arşivlerinde çalışan bir arkadaş Ermeni meselesine ilişkin belgelerin içinde askerlerin de olduğu bir heyet tarafından tetkik edildiğini, bazılarının yayınlanmaması kararına vardığını söyledi. Said Nursî ne kadar çok bilinirse, üzerinde o kadar rahat tartışılır aslında.

Nurcular Bediüzzaman’ı anlatma konusunda nelere dikkat etmeli?

Said Nursî’nin bir düşünce sistematiği var. Bundan söz etmeyen bir biyografi neden söz edecek? Mahkeme savunmalarını yazıyorsun, peki bu savunmaların felsefesini niye yazmıyorsun? Okuyan, onun söylediklerini okuyor, felsefesini okumuyor. Hakim karşısında dim dik duran Bediüzzaman’ı anlatıyor, ancak dimdik tutan şey, anlattığı şey… Bütün cemaatlerin üstünde böyle bir yük olduğunu düşünüyorum. Oturup bazı bilgileri ayıklayıp, tarihsel zemine oturan, hangi ilişkiler ve çatışmalar içinde neler yaşandığını anlatan bir biyografi yazmaları gerekir. Bediüzzaman mühim bir adamdır, anlatırken etrafındaki süsler onun mühimliğini arttırmamaktadır. O düşünce ve eylem adamıdır. Bunu bazen eyleyerek, bazen eylemeyerek yapmıştır. Sonuçta Said Nursî’nin ruhuna nüfuz edip onu anlayacak ve anlatacak pozisyona gelinse Türkiye’de İslâmın kaderi değişir!

Çok daha verimli daha tatlı tartışmalar çıkar. Risâlelerin cemaatteki yetişmiş insanlar tarafından şerh edilmesi gerekir diye düşünüyorum. Nurcuları diğer yapılardan ayıran farklı görüşteki insanlara müzakere zeminini kapatmamaları ve demokratik bir ilişki içine girmeleridir.

Bu soruyu sormadan edemeyeceğim. Siz Said Nursî’nin bazı zaruretler karşısında cevazlar verdiğini söylediniz. Bu günümüzün moda tabiriyle bir takiyye mi?

Kendini, görüşünü açıkça ortaya koyan birinin takiyye yapmasından söz edilemez. Uzun vadeli bir durum için somut adımlar atacaksın, tabiî ki böyle bir durumda taktik adımlar atmak gerekir. Said Nursî kendi halinde, kendi mekanizmalarıyla, kendi gibi düşünenlerle iletişim kuruyor. Kendi yatağında akıp giden bir dereye ‘neden akıyorsun?’ demeye hakkın yok. Eğer dere senin tarlana taşarsa set çekebilirsin. Ama dere denize ulaşınca delta yapar! Türkiye’de bazı şeyler kararına oturuyor. Önümüzdeki dönemde bu memlekette Müslümanlaşma olur, ancak İslâmcılaşma olacağını düşünmüyorum. Hudutlar bir kere daha görünüyor, tanınıyor, birbirini algılayacak, temas noktalarına geliniyor. Bunların netleşmesi için Ergenekon gibi yapıların sonlandırılması gerekir. Çünkü çatışmalar zihinleri bulandırıyor. Çatışma zeminleri tasfiye olduğunda Müslümanlar Müslüman gibi yaşayabilirler… birbirimize hayat tarzlarımızı dayatmadığımız sürece bir sıkıntı olacağını düşünmüyorum.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*