Erbil süreci

Türkiye’yi idare edenlerin yıllardır abesle iştigal edip etmediklerini anlamak için, hadiselere milletin içine düşürüldüğü labirentlerin dışından bakmak gerekiyor. Geçen dönemlerde başlatılır gibi olunup arkası getirilmeyen açılımlar, sonra sivil Kemalizmi anlamak istemeyen resmî Kemalistleri terbiye için icat edilen Ergenekon süreci, daha sonra global devrimcilere taşeronluk yaptığımız Arap Baharı derken bu defa da İmralı süreci gündemde.

Öncekiler gibi bu süreci de tamamen mevcut hükümetin işi olarak görmek haksızlık olur. Hadisenin asıl köklerini askerî darbelerde ve bilhassa 12 Eylül ihtilâlinde aramak daha doğru. İhtilâl hükümetlerinin Atatürkçülerin emrinde global Marksist devrimcilere ve masonlara yaptıkları hizmetler çerçevesinde Kürtçülük fitnesi epeyce yol almış durumda. Hükümet Avrupa’nın ırkçı, barış karşıtı ve dinsiz kanadının bölgede görevlendirdiği kişileri muhatap kabul ediyor. Böylece Türkiye’nin parçalanmasını ve bölge ülkelerinin dağılmasını esas alan küresel enstitülerin tezlerine hizmet ediyor. Kırk seneye yakındır, söz konusu zalimlerin yardımıyla münafıkların milleti soktuğu bu labirentlerden hakikati görmek o kadar zor ki… 12 Eylül süreci, siyasetin parçalanması, 28 Şubat, Öcalan’ın global çetenin marifetiyle İmralı’ya konuşlandırılması, MHP’nin katkısıyla idamın kalkması ve Marksist örgütlerin marifetiyle terörün doğuda yaygınlaştırılması… Düne kadar Öcalan’ı idamla tehdit eden Başbakan’ın ani bir dönüşle aynı kişiyi çözüm için muhatap alır hale gelmesini anlamak elbette kolay değil.

İrade ve inisiyatifini global enstitülere teslim etmiş bir hükümetin onlarca kırmızı çizgileri sararıp solarken, bizim endişemiz vatana, millete ve dine gelmekte olan korkunç zararlar: Kerkük kırmızı çizgimiz olduğu kadar, başörtüsü de namus ve şerefimizdi.. AB hayatî meselemiz, sosyal adalet olmazsa olmazımızdı. Suriye en yakın refikimizdi… Bir millet, iki devlet idik… Hani neredeler…

Global devrimcilerin global sermaye desteğinde kuşatmaya aldıkları Türkiye’nin en büyük zaafı, Meclisteki vekiller ile millet arasındaki korkunç kopukluk ve uçurum. Meydanlarda yağlı ip ile şova çıkan MHP, idamı nasıl kaldırdığını gizlerken, tarihi ve sicili Kürtleri katl ve tehcir ile dolu Halk Partisi de bu hususta kendi içinde bayat ekmek gibi dökülüyor. Dini, mukaddesatı, milliyeti, yeniliği, adaleti ve refahı dilinde pelesenk etmiş olan AKP’nin millete yaşattığı hayal kırıklıkları da ortada.

BARZANİ AYAĞI

Kürtlük meselesi hükümetin satır aralarında seslendirdiği gibi Avrupa ve Amerika ile ilgili ise, Batıdaki birçok enstitü, vakıf ve banka sahibi bu meseleye yatırım yapmış ise, Hudson Enstitüsündeki Trockicilerin yönetiminde toplam bölge aktörlerinin ittifakları doğru ise ve Kürt meselesi yapı itibarıyla bütün Ortadoğu, Orta Asya, Kafkasya ve hatta ABD’deki barışları ilgilendiren bir mesele ise, İmralı süreci diye isimlendiren gelişmeleri de bu çerçevede değerlendirmek gerekmez mi?
Kürtçülüğün şu yarım asırlık tarihçesi gösteriyor ki, işin önemli bir ayağı da Barzanilerdir. Ama isimler önemli mi ki… Komünist, mason, neocon, neoliberal veya barış karşıtı sermayeler… 1955’ten bu yana Kuzey Irak’ta Barzanilere yatırım yapıyorlar. Bize göre Afganistan’a, Bağdat’a, BOP coğrafyasına ve Arap baharına düşen fitne ateşi 12 Eylülcülerimizin sebep oldukları bu kapıdan girmiştir. Ülkenin kaybettiği üç yüz bin küsur milyar dolar, 40 bin insan ve vatanımızın doğusunu harabeye çeviren fitne, Tel Aviv ve Erbil üzerinden beslendi, büyüdü ve canavarlaştı. Tarihî belgeler, arşivler, doğru analizler ve hatta Barzanilerin itirafları bunu ispat ettiği halde çözümü Marksist terörizmle bizi korkutanların yol haritasında aramak olacak şey mi?

ALTERNATİF ERBİL SÜRECİ

İnsaniyeti, hürriyeti ve ümmet ile barış içinde yaşamayı kabul edebilecek bir Erbil hem Kerkük’ü, hem Bağdat’ı ve hem de Türkiye’yi kurtaracaktır. Semavî dinler ve barış karşıtı şirketlerin desteğiyle ırkçılık adına bağımsızlığını ilân etmeye çalışan Barzani’ye 11 Eylülcü neoconlarla birlikte yardım eden AKP’nin Apo’dan, PKK’dan veya Turuncu devrimin paralarıyla organize olmuş BDP’den şikâyetleri de manasız kalıyor. Maksat terörü bitirmekse bu husus için Erbil ile AB nezdinde masaya oturmaktan başka çare yoktur. Yirmi iki Arap ülkesini karşısına alan Barzani devletinin siyaseten ve fiziken yaşama şansı olmayacağına göre Bağdat ile birlikte demokrasiyi özümsemek en selâmetli yoldur. Hükümetin takip edeceği böyle bir süreç; emperyalist barış karşıtı ve dinsiz Batının bölgeyi talan etmesini engelleyeceğinden, herkesçe alkışlanacaktır. Erbil üzerinden bölgenin haritalarını yeniden değiştirmeye kalkışan malûm güçlerin teşebbüsüne Amerika, Rusya ve birçok AB hükümeti de karşı çıkıyor, ama bu durum hâlâ milletten saklanmaya çalışılıyor. Bir taraftan namımızın yedi düvele yayıldığını, Osmanlı olduğumuzu, merkez güç haline geldiğimizi ve krizlere meydan okuduğumuzu söyleyeceğiz; diğer yandan Kuzey Irak’tan mağribî gibi mal çalmaya çalışan dinozorlarla, hem de ABD hükümetine rağmen ittifak kurmaya çalışacağız. Burada derin bir garabet yok mu?

VELHASIL: Bunca yanlış ve zarardan sonra; ABD, AB, Rusya ve Araplarla masaya oturup Erbil sürecini demokrasiye doğru takip edecek bir Türkiye bölgede barışın anahtarı olur diyoruz.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*