Erişemediklerimiz

Herşey her zaman yolunda gitmez.
Bir hayalin vardır gökyüzünde. Ufka dalıp beklediğin o kadar da uzakta değildir belki de. Bir ânın ürkekliği, güneşin hüzmesi, bir martının kanadı, kaygısı… Sana gelen, gözüne görünen, gönlüne giren hiçbir şeyin tesadüfen olmaması… Beklediğin, istediğin olmasa da, eline geçen, verilen,  elinde varolan…

Hikâyeler, masallar olur bazen, istenenler üzerine. Beklenenler vardır zira gelecekten. Üstadın, “her ne ki elde yoktur, ihtiyaçta vardır” dediği belki de. İsteklerin, arzuların kıskacında bekleyen emeller, avının üzerine atlamayı bekleyen akbaba gibidir. Çerçevesini taşan, beklediğinden düşük profile razı olmayan, hep saldırgan… Mızmız ve şımarık bir çocuk gibi… “İstiyorum” cümlesinin bencilliği ve yalnızlığı… Kendinden başka hiç kimseyi görmeyişi ve duymayışı…

İmtihanlar hep çeşit çeşittir. Bazen bizzat kendisiyle muhatap olursunuz, bazen de tali yolları, patikasıyla… Arzunun kaderi herşeye ulaşamamasıdır. Herşeye kâfi gelememesi ya da.

Hayaller yetmez herkese her zaman. Bir acı tebessüm bırakır simalarda. Sığınacak liman, büzüşecek kuytu arattırır. Sessizlik olur, düşer sinene. Nefes alsan batar, su içsen boğazında kalır.

İstediğin kaçar, uzaklaşır senden. Gelmez, düşmez eline, dağılırsın. Asuman göstermez yıldızlarını. Güneş, buldurmaz hüzmelerini. Hep bir yanın eksiktir aslında. Hep içinde yarım bir soluk kalmıştır ulaşamadıklarına dair. Bazen mekân elvermez, bazen uzaklığın, şartların… Vardır işte, sinende tamamlayamadığın bir nefes…

Bir rüzgâr eser, titrer iliklerin. İradenin âcziyeti düşer eline hep. Bir mum yanar, bir yaprak düşer hızla. Çiçekler dökülür, yağmurlar yağar. Bir yanın eksilirken bir yanın dolar. Ya da bir yandan dolarken bir yandan boşalırsın. Umduğunun biri geçer eline, diğerlerine yetişemezsin. Âcziyetin, fakirliğin gayyasında durursun da, yine de vazgeçemezsin. Bir renk armonisi, bir düş kalkanı, bir çöl macerası gibidir hayatın. Nihayetin, sevdan budur. Peşinde koştuğun her ne ise, rızıktır senin için. Ve “rızkın aşka lâyık bir sureti vardır.” (28. Mektup-Şükür bahsi)

Bir mum yanar gözünüze inceden. Yalım yalım ateşi çarpar odanın duvarlarına. Kimi biterken kimisi yeni başlar. Kimi sönerken kimi yeni yanar. Bir tür devr-i daim… Hayatın varlığı gibi, ya da hayata dair yaşadıklarımız. Bir su şırıltısı çalınır kulaklarınıza. Damlalar dalga olur, iz bırakır suyun yüzeyinde. Onları gören bir çift göz yeter belki. Seyreden, keyfeden, tefekkür eden… Aslında herşey birbirini anlatır, ele verir. Bir zerrenin yıkılışı başka birinin ihyasıyla karşılık bulur. Bir damlanın batması, yenisini açığa çıkartır. Ve biz bütün zerrelere, damlalara malik olmak istesek de hükmedemeyiz hiçbirine. “Herşeye sahibim” böbürlenişi yapayalnız sırıtır olduğu yerde. Elleri ve gönlü boşluğa düşürerek…

Yoktur mecalimiz, haddizatında. Yoktur gücümüz, kudretimiz, becerimiz… Var olduğunu zannettiklerimiz, bir katre serap hükmünde. Elimize verilenler gönlümüzü oyalarken, aslında onlar da gidiciler. Durucu olan yok.

Ulaşamadıklarımız, sonsuzluğu hecelemekte bize. Yitip kaybolmayan, her isteğimize kâfi gelecek bir yurdu gözletmekte. Bütün aşklar, sevgiler, yaşanmamışlar, duâlar ahiret âlemine akıyor kendi ufkunda. Fâniyât kıskacında mengeneye sıkışmış ruhlar ve duygular, baki baharlarda çiçeklenmek üzere zahiren kayboluyor. Ve bize beka istediyor, duâ ettiriyor, özletiyor.

Her bahar içimizde bitmeyen bir duâ. Cenâb-ı Hakk’ın ihsanına dair bir efsun. Mevlâ, hissemizi ziyade eyleye…

Havva Küçük KONUR

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*