Etkin mücadele!

mustafa-ozturkcuBir “Etkin mücadele”ye muhatap olmuştuk. Öğlen güneşinin tepeden yansıdığı bir vakitti. “Jandarmalar geliyor” haberi, köyümüze hızlıca yayılmıştı. Herkesi bir tedirginlik ve telâş kaplamıştı. Yusuf Emmi, başından hiç çıkarmadığı beyaz beresini, o anda çalıştığı tarlasında alelacele kazdığı kuyuya atarak saklamış ve üzerini toprakla örtmüştü.
Çocukluk yıllarımızın bu hayret verici şahitliğimiz karşısında, biz de korkmuş ve bulunduğumuz tarladan koşarak eve sığınmıştık.

Evde, rahmetli babamın telâşını görünce daha da endişelenmiştik. Anneme, ‘Çabuk bavulu getir’ deyişini unutmuş değilim. Tahtadan yapılı içi Nur eserleriyle dolu bavulu toprağa gömmüş, çuval içinde topladıkları diğer eserleri de, samanlıkta saman içine gömerek korumaya almışlardı. Jandarmaların baskını sonucu didik didik aranan Risalelerin bir kısmı bulunarak karakola babamla birlikte sevk edilmişlerdi. “Neler oluyor?” dememize kalmadan, babam ve birkaç köylü, karakolda soluklanmışlardı.

Köyde büyük bir sessizlik hakimdi. Üzüntü içinde olan köylülerle birlikte, annemin gözü yaşlı hali bir başka manzaraydı.

Biz köy evinde, her akşam Risaleleri okuma ve yazmaya devam ediyorduk. Köyümüz çevrede “Nurcu köyü” olarak bilinirdi.

Aradan yarım asrı geçen bir zaman diliminde, hayatımız devam ederken Risale-i Nur hakikatlerine karşı yapılan etkin bir mücadeleye şahitlik etmiştik.

Tarih içinde bir kara leke olarak devam eden bu etkin mücaledelenin izlerine dair bir çok örnek mevcuttu. Hepsi de tarihin çöplüğüne gömülüverdiler…

Çünkü; kuvvet haktadır. Dün böyleydi, bugünde böyle. Ebede kadar da böyle devam edecektir.

Kızanlar, korkanlar ve sevenler…

Kızanlar oldu, korkanlar da… Ama, sevenleri de vardı. Halen var, daha fazlasıyla…

Kur’ân hakikatlerine karşı beslenen ve fiiliyata dökülen korkular, bugün yerini ferah ve saadete bıraktı. Sevenlerin yüzünden. Yani, sevenler kazandı…

Zorluklar, çile ve ıztıraplar… Bir devrin adı olmuştu.

Üstad Bediüzzaman ve eserleri… Zor yıllarda şahlandı, bu hakikat mesleği. Çünkü, Kur’ân’dan süzülen hakikatlerdi.

Yazıldı, yayıldı ve okundu…

Kitaptan korkulur mu? Korkuldu işte, korktukları başlarına gelmişti. “Korkunun ecele faydası yok” derler ya. İşte öylesine bir hadise…

“Korkmayın” dedi Üstad, devamla “Risale-i Nur’a ilişirler, fakat bir halt edemezler..” Tarih, doğru olanı yazdı ve gösterdi.

Mayasında, ihlâs, sadâkat ve ihlasla örülü bir hakikatin nevş-ü nemasıydı tarihin yazdığı… Sevenler kazandı, şükür…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*