Euro İslâmcıların din dersi aşkı

Euro İslâm trenine son anda binenlerin düşürüldükleri vartayı gördünüz mü? Türkiye ile Avrupa’daki Müslümanlar arasında köprü olacaklarken, Kemalizmin tuzağıyla medenî ülkelerde gülünç hale düşürüldüler. Keşke tarihe dönüp bakma zahmetinde bulunsalardı… İbret alıp mugalatalara aldanmazlardı… Avrupa ile Türkiye’nin farkını nazara alıp yanlış yola girmezlerdi..

Anadolu’daki şartların İstanbul ve Ankara’da geçerli olmadığını da bilselerdi, cahil bırakılmış, yüzyıla yakındır hissiyatları çeşitli sloganlarla okşanarak kandırılan insanların; Köln’de, Berlin ve Münih’te yaşayan insanlardan farklı olduklarını öğrenirlerdi. Avrupa’da tek partinin, dipçikle idarenin ve hamasî nutuklarla toplumu susturmanın üzerinden tam altmış-yetmiş yıl geçtiğini bilirlerdi de, Kemalistlerin ikiyüzlülüklerini Avrupa’ya taşımazlardı. Ama oldu… Avrupa’da uzun süre yaşamalarına rağmen “Türkiye modeli” bir İslâmı, euro İslâm diyerek bu medenî mahfillerde seslendirme hatasına düştüler. Halbuki İslâmı veya Türkiye’yi az-çok bilen her Avrupalı, Kemalistlerin “protestan İslâm” macerasının başını da, sonunu da biliyor. İslâmiyetin doğuşunu, altın dönemini, Endülüs ve Sicilya medeniyetlerini, Maveraünnehir ve Ortadoğu yıldızlarını, tam yetmiş senedir din eğitiminden mahrum bırakılmış birçok olgun Cumhuriyet aydınımızdan daha iyi bilenlere “Türkiye modelini” veya orijinalik olsun diye “euro İslâm” diyerek takdim etmenin fecaatini İstanbul’dan bakanlar göremezler. İslâmın pratiği olan sünnet-i seniyyeyi “modern İslâm” yaftası altında dışlayarak her türlü ahlâksızlık ve ibadetsizliği “din” kabul etmenin ne genel ahlâkla, ne sosyolojinin ilmî prensipleriyle ve ne de İslâmın doğrularıyla bağdaşmayacağını düşünmeden “euro İslâm” sloganını seslendirmenin maskaralığını özellikle Almanya’daki ilim adamlarına ve bazı politikacılara sormak gerek.

Mugalatanın büyük ayağı Ankara’da… Kemalist öğretilerle büyümüş, Avrupa’nın İslâm düşmanı olduğu ninnileriyle yetişmiş, dayatmacı devlet rejimini cumhuriyet olarak kabullenmiş ve tek rengi görmeye alışmış bazı gazeteci, bürokrat, sözde ilim adamı ve ikiyüzlü diplomatlarımız, Avrupa’daki bazı temsilcilerimizi yanılttılar. Seksen seneyi yakındır dondurulmuş sözde cumhuriyeti, yaşayan medenî ve demokratik cumhuriyetlerle karıştıranlar, kendilerini Avrupalı zannettiler. Bu yanılgıya kurban gidenler 28 Şubat’tan bu yana Avrupa medyasına yansımış Türkiyenin resimlerine dikkatlice baksalardı, eyalet kültür bakanlarının İslâm din dersleri hususundaki cevaplarını suratlarında kırbaç gibi hissetmezlerdi. Kendi insanına ülkesini dar getirerek, her başörtüsü yasağından dolayı onbinlerce kız öğrenciyi yurtdışına kaçıran bir anlayışın nasıl bir İslâm din dersi vereceğini, Almanlar Türklerden daha iyi biliyorlar tercihini yaparak imam-hatip okuluna gelmiş masum kız öğrencilerin üzerine binlerce silâhlı polisi yönlendirmenin şu zamanda büyük bir hukuk fecaati olduğunu, Avrupalı aydın maalesef Türk aydınından daha iyi görüyor. Devletin dinî kuruluşunda Peygamberinin (asm) sözlerinden oluşan hadis kitabını yasaklayacak kadar, haktan, hürriyetten ve insaniyetten uzaklaşan bir kafa ile ne din dersinin ve ne de normal “insanlık derslerinin” verilemeyeceğini bilenler, Ankara’ya lâf anlatmakta hayli sıkıntı çekiyorlar; Din dersini dinî cemaatler devletin yardımıyla verebilir. Zira dini kim istiyorsa, çerçevesini ve temel prensiplerini de o dinin mensupları belirleyecekler. Bu husus aynı zamanda Avrupa hukukunun da bir parçasıdır. Avrupa Birliğine karşı atağa geçenlerin birçok korkularından birisi de “din ve vicdan hürriyeti” olduğunu artık açıkça görebiliyorsunuz. Kemalizmi her türlü menfaati uğruna istedikleri şekilde kullananların en büyük korkusu, Avrupa’da hak ve hürriyetler çerçevesiyle birlikte “inanma ve inandığını başkasını rahatsız etmeden yaşama” hürriyetinin de yurda geleceği korkusudur. Bahçeli’nin Apo’ya, bazı mütekait generallerin irticaya, Perinçek’in kuva-yı milliyeye, zevzek bazı ilâhiyatçıların misyonerlik düşmanlığına sarılmalarının asıl nedeni; Avrupa’nın sebep olacağı bir demokrasidir. Gelen tehlikeyi hafifletmenin bir yolu da kendilerince düşman telâkki ettikleri “İslâmı sulandırmaktır.” İşte bu çerçevede İslâm ülkelerine “Türkiye İslâmı” ihraç ettiğimiz gibi, Avrupa’ya “Euro İslâm” takdim etmeye çalışıyoruz. Gönül arzu ederdi ki bu modeli, Avrupa parasıyla Türkiye üzerine araştırma yapan kurumlar değil ve bizzat Türk Millî Eğitim Bakanlığı federal hükümete sunsaydı.

Gerek Türk millî eğitiminin ve gerekse euro İslâmı seslendirenlerin esas vazifesi “İslâm din dersleri” değil, “Türkçe dersleri” olmalıdır. Yarın AB’ye girdiğimizde, yetmişi Anadolu’da, beşi Avrupa’da olmak üzere tam yetmiş beş milyon insan AB sınırları içinde Türkçe konuşacak. İngilizce ve Almanca’dan sonra üçüncü büyük dil konumuna gelecek. Bu önemli hadisenin altyapısını hazırlaması gereken Millî Eğitim Bakanlığımızın ve Türkiye üzerine araştırma yapan kuruluşlarımızın “euro İslâm” safsatasından da, “İslâm din dersleri” hevesinden de vazgeçmeleri anayasal bir zorunluluktur. Almanya’daki dinî cemaatlerin ihtiyaçları olduğunda, kendilerine yardım için müracaat ederler, onlar da meşrû çerçevede yardımcı olurlar… Bir buçuk milyarlık bir İslâm dünyasının mozaiğini teşkil eden Avrupa’daki Müslümanlara euro İslâm’dan bahsetmemiz, yalnızca hüzünlü bir istihzaa sebep olur. Bir de dolaylı olarak onların zor-belâ elde etmeye çalıştıkları temel hakları “sulandırmaya” kalkışmamız yalnızca Türkiye’ye soğuk bakmalarına sebep oluruz. Bu da Osmanlının devamı olan bir devlete yakışmaz..

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*