Ey âlem-i İslam! Hayatın ittihadda

altİslâmiyet, selm ve müsâlemettir; dahilde nizâ ve husûmet istemez. Ey âlem-i İslâmî! Hayatın ittihadda. Ger ittihad istersen, düsturun bu olmalı:

“Hüve’l-hak” [Sadece o haktır] yerine “Hüve hak” [O haktır] olmalı; “Hüve’l-hasen” [Sadece o iyidir] yerine “Hüve’l-ahsen” [O en iyidir] olmalı.

Her Müslim kendi meslek, mezhebine demeli: “İşte bu haktır; başkasına ilişmem. Başkaları güzelse, benim en güzelidir.”

Dememeli: “Budur hak; başkaları battaldır. Yalnız benimkidir güzeli; başkaları yanlıştır, hem çirkindir.”

Zihniyet-i inhisar, hubb-u nefisten geliyor. Sonra maraz oluyor; nizâ ondan çıkıyor.

Dert ile dermanlar taaddüdü hak olur; hak da taaddüd eder. Hâcât ve ağdiyenin tenevvüü hak olur; hak da tenevvü’ eder.

İstidad, terbiyeler tekessürü hak olur; hak da tekessür eder. Bir madde-i vâhide, hem zehir ve hem panzehir.

İki mizâca göre mesâil-i fer’îde hakikat sabit değil, izâfî ve mürekkeb. Mükellefîn mizâclar,

Ona bir hisse verip ona göre ederek tahakkuk ve terekküb, her mezhebin sahibi mühmel mutlak hükmeder.

Mezhebinin hududu tâyinini bırakır temâyül-ü mizâca. Taassub-u mezhebî tâmime sebep olur.

Tâmimin iltizamı, sebep olur nizâa. İslâmiyetten evvel tabakât-ı beşerde derin uçurumlar,

Hem tebâüd-ü acîbi istedi bir vakitte taaddüd-ü enbiyâ, tenevvü-ü şerâyi’, müteaddid mezhebler.

Beşerde bir inkılâb İslâmiyet yaptırdı. Beşer tekârüb etti; şer’ etti ittihad, vâhid oldu peygamber.

Seviye bir olmadı; mezheb taaddüd etti. Terbiye-i vâhide kâfi geldiği zaman, ittihad eder mezhebler.

Sözler, Lemeât, 659

***

Azametli, bahtsız bir kıt’anın; şanlı, talihsiz bir devletin; değerli, sahipsiz bir kavmin reçetesi, ittihad-ı İslâmdır.

Mektûbat, Hakikat Çekirdekleri, s. 452

***

Bu ittihad, âdetten değil, ibadettir. İhfâ, havf-ı riyâdandır. Farzda riyâ yoktur. Bu zamanın en büyük farz vazifesi ittihad-ı İslâmdır.

İttihadın hedef ve maksadı, o kadar uzun, münşaib, muhit ve merakiz ve maabid-i İslâmiyeyi birbirine rapt ettiren bir silsile-i nuranîyi ihtizaza getirmekle, onunla merbut olanları ikaz ve tarîk-i terakkiye bir hâhiş ve emr-i vicdanî ile sevk etmektir.

Bu ittihadın meşrebi muhabbettir. Husûmeti ise, cehalet ve zaruret ve nifak’adır.

Divân-ı Harb-i Örfî, s. 67

***

Ey eski çağların cihangir Asya ordularının kahraman askerlerinin torunları olan muhterem din kardeşlerim!

Beş yüz senedir yattığınız yeter! Artık Kur’ân’ın sabahında uyanınız. Yoksa, Kur’ân-ı Kerîmin güneşinden gözlerinizi kapatarak gaflet sahrasında yatmakla vahşet ve gaflet sizi yağma edip perişan edecektir.

Kur’ân’ın mecrâsından ayrılarak birleşmeyen su damlaları gibi toprağa düşmeyiniz. Yoksa, toprak gibi sefâhet ve şehvet-i medeniye sizi emerek yutacaktır. Birleşen su damlaları gibi, Kur’ân-ı Kerîmin saadet ve selâmet mecrasında ittihad ederek, sefahet ve rezalet-i medeniyeyi süpürüp, bu vatana âb-ı hayat olan, hakikat-i İslâmiye sularını akıtınız.

O hakikat-i İslâmiye sularıyla bu topraklarda iman ziyâsı altında hakikî medeniyetin fen ve san’at çiçekleri açacak, bu vatan maddî ve mânevî saadetler içinde gül ve gülistana dönecektir, inşaallah.

Târihçe-i Hayat, s. 247

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*