Ey demir gibi sarsılmaz kardeşler!

Kapılarak bir adamın ününe..
Koca millet bakmaz oldu önüne!
Aldırmadan mazisine, dününe..
Takılıp kaldılar ölüm gününe!..

Son yıllardaki gidişata bakılarak denilebilir ki; sadece ve sadece Allah’ın rızasını gözeterek, dünyevî ve şahsî menfaatleri arka plana atarak, hak ve hakikatın hatırını hiçbir hatıra feda etmeyerek yürünen bir yolda sarsılmadan yol alabilmek iyiden iyiye zorlaşmıştır.

Bu hale gelinmenin baş sorumluları da yine din ve iman ehli kardeşlerimiz olmuştur.

Öteden beri, Ahirzamanın söz sahibi Bediüzzaman’ına kulak vermeden ve hatta -maalesef- ona itibar bile etmeden kendi kafa fenerlerine göre İslâmî çığır açma sevdasına kapılanlar sebep olmuşlardır, olmaktadırlar. Destursuz, ölçüsüz ve maalesef “Nur”suz siyaset âlemine dalanlar ve ne gariptir ki, Üstad’larına rağmen bu netameli ve karmakarışık siyaset âleminden din ve ahlâk namına medet umanlar sebep olmuşlardır. Ve başkasının yürüyüşünü taklit ederken kendi yürüyüşlerini de unutanlar sebep olmuşlardır.

Hal böyle olunca da, istikametli yolda sebatkârane yol almak, kendi yürüyüşlerini terk etmeyip, başkasının yürüyüşünü taklit etmemek, “demir gibi sarsılmaz” olanlara münhasır kalmıştır.

Üstad, On Dördüncü Şuâ’daki bir mektubunda şöyle yardım istiyor:

“Ey demir gibi sarsılmaz kardeşlerim, bana yardım ediniz. Meselemiz çok naziktir. Ben sizlere çok güveniyordum ki, bütün vazifelerimi şahs-ı mânevînize bırakmıştım. Siz de, bütün kuvvetinizle benim imdadıma koşmanız lâzım geliyor.”

Bugün Risale-i Nur’un medyadaki dili olan Yeni Asya’nın da, o “sarsılmaz kardeşler”den (Üstad’larına iktidaen) yardım istemeye ve “imdadıma koşunuz” demeye hakkı olsa gerektir. Sadece kendi adına değil; Üstad’ın ve Nur’un şahs-ı manevîsi adına, kendilerini Nur’a ve Üstad’a hadim olarak görme istidadında olan herkesten bunu isteme hakkına sahiptir.

Zira Ahirzaman Peygamberi’nin (asm) vekili olan Ahirzaman Müceddidi’yle gösterilen yoldan gayrı yollar belâ ve musîbetleri de beraberinde getirir. Maazallah!

Rabbimiz, bize nasıl bir yol takip etmemiz gerektiğini açık açık bildiriyor. Kur’ân-ı Kerîm’inde bildiriyor, peygamberlerle ve Peygamberimizle (asm) bildiriyor. Risale-i Nur ile bildiriyor. Buna kulak verilmediği zaman hangi zararların ve felâketlerin olabileceğini de, bazı menfi gelişmelere ve musîbetlere izin vererek bize gösteriyor ve ihtar ediyor.

Risale-i Nur’a ait, Üstad’a ait bir cümlenin bile; insanların diledikleri gibi, keyiflerine göre, menfaatli siyasetlerine göre kullanmalarına müsaade etmiyor Yeni Asya!

Hani bu Yeni Asya da olmasa, meydan tamamen kendilerine kalacak, kıratların da şahlanmadıkları siyaset meydanında diledikleri gibi at oynatacaklar!

Risale-i Nur yoluyla imâna, Kur’âna, millet ve vatana hizmet dâvâsında hep % 1’lik diyerek az gördüğümüz ve halbûki ihtilâflarımızın yegâne sebebi olan “siyaset”in zararlarından ve şerlerinden bizi sakındıracak olan siyasî ve içtimaî bahislerin Külliyat’ta neredeyse % 35’e baliğ olduğunu da hep hatırda tutmamız lâzım!

Sosyal âlemde kimsenin kimseye bir şey anlatacağı kalmamış. Herkes her şeyi herkesten iyi biliyor. (!) Bize Nur ve nuranî vazife Yeni Asya’mızla beraber kâfidir. Bazıları işimiz Allah’a kalmış derken, -hâşa- olumsuz mânada kullanırlar. İşte tam da işimiz Allah’a kalmış.

Ne güzel!

Âli İmran Sûresi 139. Âyete kulak verelim:

“Ve fütur getirmeyiniz ve mahzun olmayınız ve siz mü’minler iseniz çok yükselmiş olanlar ancak sizlersiniz.”

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*