Ey nefsim! Hür ol, kul ol, mert ol!

Ne bu halin böyle?

Ey serkeş nefsim ve ey hayali arkadaşım!

Nedir bu telâşın? Niçin tedirgin oldun? Neden strese girdin böyle?

Bakıyorum da, sanki “sonun başlangıcı”nı hissetmiş gibi kara kara düşünmeye başladın.

Bakıyorum da…

Sanki güvendiğin dağlara kar yağmış, sanki servet yüklü gemilerin batmış, sanki kurduğun ballı şirketlerin iflâs etmiş, sanki var gücüyle estirdiğin rüzgârlar tersine dönmüş, sanki nice zamandır bel bağladığın fânilerden ihanet darbesini yemiş gibi acip bir hâl var sende.

Görüyorum ki, iyiden iyiye huzurun kaçmış. Başını yastığa koyup rahat uyku bile çekemiyorsun. Birden hafakanlar basıyor, korkunç kâbuslar görüyorsun. Rüyâdan irkilerek uyanıyorsun. Uykun bölünüyor. Sabahı zor ediyorsun. Her sabah, kafan allak-bullak şekilde ve “Bugün acaba kim kime operasyon yapacak? Bu operasyonlar zinciri nereye kadar uzanacak? Acaba, düellonun yan etkisi daha kaç insanın, kaç ailenin canını yakacak?” diye, türlü evham ve korkularla güne başlıyorsun. Geceler bir yana, gündüzlerin de işkenceye döndü senin.

Görüyorum ki, bu gidişle yataklara düşecek, harap olacak, belki de helâk olup gideceksin.

Senin bu acınacak halden kurtulma ümidin, bu fecî hastalıktan devâ bulma şansın vardır yine de…

Ama, önce bu hallere niçin düştüğünü, neden gece-gündüz azap çekmeye başladığını iyi bilmen, anlaman lâzım.

O halde, biz de öncelikle bu fasıldan başlayarak, şu pek hayatî görünen mevzuya öyle devam edelim…

Dinle, düşün, bak…

Ey gafil nefsim ve ey hayalî arkadaşım!

Şimdi bak, iyi dinle!

Sen bağlı olduğun, içinde göründüğün cemaati küçümsedin. Kendini beğendin, başkasına perestiş ettin. Dahası, başkasına yaranmaya çalıştın.

Çalıştın, ama yine de yaranamadın. Çırpındığın, hatta meddahlık yaptığın halde, yine de üvey ve iğreti muamelesi gördün. Sana tam itimat etmediler. Mâzini, geçmişini kötüle dediler. “Biz kırk yıldır yanlış yaptık” itirafında bulunmanı istediler. Bu zilleti de irtikâp ettin, fakat yine de memnun edemedin.

Nefesinle beraber, neredeyse bütün sermayeni tükettiğin halde, yine de bir faydası olmadı. Seni yine de aziz görmediler, kendilerinden biri saymadılar. İki arada bir derede kaldın. Şimdi şaşkınları oynuyorsun. Gözün kararıyor, başın dönüyor. Bir türlü çıkış yolu, doğru yönü bulamıyorsun.

Kezâ, sen keyfiyete değil, kemiyete ehemmiyet verdin. Kendi kuvvet merkezini hiçe saydın; kendini başka cereyanların rüzgârına kaptırdın. Bir türlü sükûnet bulmadın, bulamadın. Azap ender azap çekiyorsun. Daha da çekeceksin.

Çünkü, samimî kader arkadaşlarına, halis dâvâ kardeşlerine olan sadâkatini bozdun. Umumun hukukuna girdin. Temel içtimaî düstûrlara bile neredeyse tersinden baktın, yahut baktırmaya çalıştın. Veyahut, o kudsî düsturlara tersten bakanların ağzının içine öylece bakakaldın. Hiç ses çıkarmadın.

Seksen-yüz yıllık koca bir camianın izzetli, haysiyetli duruşunu lekedâr etmeye çalıştın, yahut çalıştırıldın. Hukuk-u Üstad’ı, hukuk-u Nuriyeyi çiğneme/çiğnetme bedbahtlığına düştün, yahut düşürüldün. Bir nevi ihanet etmiş oldun. Şimdi, o ihanetin sancılı, azaplı cezasını çekiyorsun.

Yine de “Oh olsun!” demiyorum; Allah kurtarsın diye duâ ediyorum.

Ömür sermayesi bitiyor

Ey mağrur nefsim ve ey hayalî arkadaşım!

İçinde bulunduğun cemaatin meşveretini küçümsedin, şûrâ kararlarını neredeyse alaya aldın.

Aklını mühendis yapmaya, sönük kafa fenerinle etrafı aydınlatmaya çalıştın. Pilin bitti, projen iflâs etti.

Hariçteki muvakkat başarılara, yaldızlı tablolara bakarak, tuttun bir de ahkâm kestin: “Bizim umumî şurânın kararı şöyle imiş; ama, buna rağmen ben aksi yönde karar verip gidiyorum” dedin.

Dedin ve gittin de, nereye vardın?

Dünyevî saltanatın hem geçici, hem aldatıcı olduğunu düşünmeyip de ne kazandın?

Başkası gibi, sen de aldandın; hem de çok fenâ halde…

Yola geldin mi? Aklın başına geldi mi, gelecek mi? Bunu henüz bilemiyor ve kestiremiyorum.

Lâkin, azaplı inlemelerini bâriz şekilde hissediyorum.

Bu inlemeler, acaba Niyâz-ı Mısrî’nin terennüm ettiği şu mânâya mı geliyor:

“Bir ticaret yapmadım, nakd-i ömür oldu hebâ; Yola geldim, lâkin göçmüş cümle kervan bîhaber.”

Veyahut, aslı Kürtçe olan şu darb-ı mesel mi senin hal-i pürmelâlini daha iyi tarif ediyor: “Kendimizi nihayet tanımaya başladık; lâkin, ömrümüzü de tüketmiş olduk.” Sözün orijinali:

Hattâ me xo naskır;

Me ômrê xo xelaskır.

Kendine gel, hür bir kul ol!

Ey mütereddit, mütehayyir nefsim ve ey hayalî arkadaşım!

Eğer kendine gelmek, emin olmak, huzur bulmak ve hatt-ı müstakim üzere gitmek istiyorsan kalp gözüyle bak, can kulağıyla dinle.

Sakın ha, kula kul olma. Aklını, fikrini, iradeni bir başka fâniye teslim etme.

Allah’a hakkıyla kul olabilmek için, kullara karşı şâhane hür ve serbest ol.

Aynı zamanda mert ol, merdâne davran: Hayata karşı da, ölüme karşı da.

Kimsenin minneti altına girme. Kimseden bir menfaat beklentisi içinde olma.

İçinde bulunduğun dairenin izzetini, şerefini, haysiyetini koru. Mesleğinin muhabbetiyle yaşa. Hizmetini, başkasının husûmetine bina etme.

Ehl-i imandan olan şöhretli şahısların ne meddahı ol, ne de hasmı. İki halden de hayır gelmez.

Bâki olan dâvânı, fâni omuzlara yükleme. Yüklemeye çalışanlara da iştirak etme, onlara yardımcı olma.

Allah’tan gayrı kimseye boyun eyme. Kimseye de tepeden bakma. Yaradan’ın senin için vâzetmiş olduğu emir ve yasak dairesinde yaşa. Rahat et.

Kâmil mânâda hür bir kul ol. Yoksa, hem hürriyetin elinden gider, hem kulluğun. Hem dünyada azap çekersin, hem ukbâda.

İyisi mi, şu hakikatli sözlere kulak ver ve burada tavsiye edilen ölçülü, mîzanlı düstûrlar dairesi içinde hayat ve hizmetini idame ettir: “Ey insan! Kur’ân’ın desâtirindendir ki, Cenâb-ı Hakkın mâsivâsından hiçbir şeyi, ona taabbüd (ibadet) edecek bir derecede kendinden büyük zannetme. Hem, sen kendini hiçbir şeyden tekebbür edecek derecede büyük tutma. Çünkü, mahlûkat mâbûdiyetten (ibadet edilmekten) uzaklık noktasında müsâvi (eşit) oldukları gibi, mahlûkiyet (yaratılmışlık) nisbetinde de birdirler.” (17. Lem’â, 2. Nota)

Evet, burada sana düşen, bunu yapmak ve böyle davranmaktır.

Ve illâ rahat edemez, huzur bulamazsın; azap içinde azap çekersin.

Veciz olduğu kadar hikmetli ve hakikatli olan bu dersi unutmamak ve hatırdan çıkarmamak şartıyla, Allah selâmet versin, doğru yolu göstersin ve istikametten ayırmasın.

Benzer konuda makaleler:

2 Yorum

  1. sizin gibi düşünenleride görüyorum ya
    birazcık hatta git gide saidi nursiye bağlılık oluyordu içimde fakat
    sizin gibi bu millete ve bu milletin seçtiyi başbakana yaptığınız bu tuzak yokmu işte
    inanın sizdende saidi nursidende ve bu yoldanda sizin yolunuzdan da yani
    iğreniyorum artık
    allaha nasıl hesap vereceksiniz ya
    bu ümmetin içine attığınız bu fitne
    sizi cehennemden kurtarcakmı ya
    yinede duacıyım allah hidayet versin.

  2. KENDİMİ VE SINIRLARIMI AŞARAK GEÇEN BİR YORUM YAPMIŞTIM.
    FAKAT HAKSIZCA BİR YORUM OLDUĞUNU ANLADIM TEŞEKKÜR EDERİM
    İNSAN BAZEN BULUNDUĞU POZİSYONDA ŞEYTANA UYARAK YANLIŞ YORUMLAR YAPABİLİYOR
    ÖZÜR DİLERİM
    TABİKİ BENİM SARFETTİYİM O CÜMLELER SADECE KENDİNİ EFENDİ ZANNEDEN FAKAT EFENDİLİKTEN ESER KALMAYAN FERTULLAH HOCA İÇİNDİ
    ONUN DIŞINDAKİ NUR CEMAATİ MÜRİDTLERİNDEN ÖZÜR DİLERİM ONLAR ELBETTE TERTEMİZDİRLER FAKAT
    SİZLERİNDE BU ZULME BİR SES ÇIKARTMAK BİR ELLE TUTULUR ELEŞTİRİ YAPMANIZ LAZIM
    YOKSA KİMSE SADECE İSRAİL HİZMETKARI OLAN MÜSLÜMANLARA FİTNE SOKAN BU ADAMI (FETULLAH GÜLENİ)DEYİL TÜM CEMAATİ ELEŞTİRİR DURUMDA OLCAK.HAKKINIZI HELAL EDİN.

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*