Fahreddin-i Râzi (1149-1209)

Düşünceleri ve eserleriyle l2. yüzyılın müceddidi kabul edilen Fahreddin-i Râzi, bilim ve dinî hükümleri birbirine yaklaştırarak, bu konuda kendine has bir metod geliştirmiştir. Eserleri ile İslam düşünce tarihinde derin izler bırakan Râzi, ne yazık ki ülkemizde yeterince tanınmamaktadır.

1149 tarihinde İran sınırları içindeki Rey şehrinde doğdu. İlk derslerini babasından aldı. Doğduğu şehirde ve Mergan’da devrin meşhur hocalarından dersler aldı.

Belli bir olgunluğa geldiğine kanaat getirince Harezm’e Mutezilîlerle tartışmaya gitti. Ardından Buhara, Semerkand ve Gazne’de bulundu. Sonra Herat’a yerleşti. Burada kendisine tahsis edilen medresede dersler verdi. Keramilerle bir tartışması yüzünden onların teşviki ile 1209 yılında zehirlenerek öldürüldü.

Bilgi probleminde ve akıl yürütmede aklı sebep, bilgiyi onun sonucu olarak görmediği gibi, aklın, bilginin kaynağı olduğu görüşünü de reddeder. Ona göre Allah akletmeyi yaratır ve bilgi onu zorunlu olarak izler. Akıl ve bilime verdiği önemi, bunların dini esaslarla ilişkisini ve Râzi’nin metodundaki fonksiyonlarını onun ilgilendiği bilimlerdeki görüşlerini inceleyerek anlayabiliriz.3

Râzi’nin en meşhur olduğu ilim dalı kelâmdır. Kelam ilmini ilimlerin en şereflisi ve mükemmeli olarak görür. Başlangıçta sadece mantık metoduna sahip bulunan kelam ilmi, Gazzali ile birlikte mantığın yanı sıra akli delilleri ve felsefi görüşleri de kullanmaya başladı. Râzi ise bu metodu benimseyerek zirveye ulaştırdı. Kelamda bir “felsefi kelam” ekolü oluşturmayı başardı. Kendisinden sonrakiler tarafından bu ekolün kurucusu kabul edildi.

Râzi, dönemindeki İslam düşünürlerine oranla daha fazla akılcıdır ve kelam ilminde de akla diğer alimlerden daha fazla değer vermiştir. Kelamda gayesi Allah’ın varlığını ispat için delil getirmek suretiyle aklı ve nakli delilleri birleştirmek ve bu akıl-vahiy uyumundan bir ilim meydana getirmektir. En önemli kelam kitapları Muhassal, Erha’in fi-Usül el-Din, Levâmi el-Beyyinât’tır.

Tefsir ilminde de akli esaslarla vahyin esaslarını birleştirir. Akli mahiyetteki ayetler için daima aklını kullanır. Akli delillerle nakli teyid etmeye çalışır. Ayrıca Kur’an’daki kıstasları tahkik ederek onların ilahi ve metafızik anlamlarını tefsir eder. Tefsir ilminde akli unsuru çok kullanmasının sebebi; sahih olan aklın sahih olan nakle muhalif olmayacağı görüşüdür. O, her ikisinin de aynı kaynaktan çıktığını savunur. Aralarında gerçek bir zıtlığın olmayacagını düşünür. Tefsirlerinde bütün meseleleri, ikna edici bir uslûpla ve saglam felsefı temellere dayandırarak inceler. Nübüvvet ve mucizeler hakkında kuvvetli akli deliller ortaya koyar. En meşhur tefsiri; “Tefsir el-Kebir’; olarak bilinen Mefâtih el-Gayb’dır.5

Râzi fıkıhla da ilgilenmiştir. Kendisi Şafı’dir ve bu mezhebin önde gelenlerinden biri olarak kabul edilir. Özellikle fıkıh usulünde alim olup, bu ilmi kelami bir üslupla incelemiştir. Onun fıkıhtaki kendine özgü yerini, fıkhın teorik esaslarına yaptıgı katkılar belirler.

Felsefeyi ise Gazali’nin etkisinde kalarak incelemeye başlar. İslam filozoflarını, Yunan felsefecilerinin etkisinde kalıp onları bütünüyle benimseyenler ve onlârı tamamen reddedenler olarak ikiye ayırır. Her ikisinin de hatalı olduğu görüşündedir. Kendisinin onları derinliğine inceleyip, doğrularını alıp yanlışlarını reddettiğini belirtir.

İslam dünyasında, Yunan felsefesinden etkilenip benimsedikleri felsefeyi temel alarak, İslam’ın hükümlerini bu felsefeye uydurmaya ve dini bu bakış açısından değerlendirip felsefelerine uymayan dini hükümleri tevil (başka anlam verme) yolu ile değiştirmeye çalışan Meşşaileri sert bir biçimde eleştirmiştir. Meşşailerle olan bu mücadelesi İslam dünyasında İşrâkî ve tasavvufî doktrinlerin gelişmesine uygun bir zemin hazırlamıştır. En önemli felsefi eseri Mebâhis el-meşrikıyye’dir.

Râzi bir ara tasavvufa da yönelmiştir. Fakat onu ancak “tasavvufa ilgi duyan bir kelamcı” diye nitelemek daha doğru olur. Hayatı şan, şöhret ve zenginlikle geçmiştir. Zühd hayatı yaşamamıştır. Hatta, Bediüzzaman’ın Mektubat’ta zikrettiği gibi, Muhyiddin-i Arabi, Razi’ye yazdığı bir mektupta “Allah’ı bilmek, varlığını bilmenin gayrıdır” diyerek, kelam ilmi ile kazanılan marifetin Allah’ı tam ve kâmil olarak tanımaya kâfı gelmediği ve huzuru kazanmaya yetmediği ikazında bulunmuş ve Allah’ı tanımak ve huzurunu kazanmak için gayret etmesini tavsiye etmiştir. Ayrıca Muhyiddin-i Arabî’nin imanın sadece ilimle elde edilemeyeceğine dair ikazı Risale’de şöyle geçer: “Hem iman yalnız ilim ile değil; imanda çok letâifin hisseleri var. Nasıl ki, bir yemek mideye girse, o yemek muhtelif âsâba, muhtelif bir surette inkısam edip tevzi olunuyor. İlimle gelen mesâil-i imaniye dahi, akıl midesine girdikten sonra, derecâta göre ruh, kalb, sır, nefis, ve hâkezâ, letâif kendine göre birer hisse alır, masseder. Eğer onların hissesi olmazsa noksandır.”

Râzi’nin tasavvufî yönünü açıklayacak kaynak pek yoktur. Onun tasavvufi yönü yazdığı şiirlerden ve bazı şairlere olan ilgisinden çıkartılmaktadır.

Pozitif (müsbet) ilimlerin bir çok dalı ile uğraşmıştır. Matematik, tıp, astronomi, ziraat gibi bir çok dalla ilgilenip bu dallarda bir çok eser vermiştir. Râzi’nin ilimler ansiklopedisi “Câmi el-Ulûm” İslam tarihinde çok özel bir yere sahiptir. Râzi’nin pozitif ilimlerdeki önemi; dini ve tabiat ilimlerini birbirine yaklaştırmasında ve tabiatı tefekkürî bir bakışla incelemesindedir.

Râzi, akıl ve vahyin birbirlerine zıt olmadıkları görüşündedir. Akıl ve bilime verdigi görev ise, dinin esaslarını teyid etmek ve onların açıklanıp anlaşılmasını sağlamaktır. Onun için akıl, Allah’ın kâinata koyduğu hazinelerin anahtarıdır. Bilim ise Allah’a giden kapıların çözülmüş şifrelerdir.

Dipnotlar:

1. Horasan’da yaygın bir mezhep. Geniş bilgi için bkz. İslam Ansiklopedisi, MEB Yayınları. İstanbul, Cilt 6, s.594-595

2. Biyografisi için bk. İslam Ansiklobedisi, MEB Yayınları, İstanbul 1964, Cilt. 9, s. 445-446

3. Hayatı, eserleri ve ilgilendiği ilimler hakkında bkz; İslam Düşüncesi Tarihi, İnsan Yayınları, Editör M.M.Şerif, Cilt 2. s. 267-285

4. Eserleri TeJsir el-Fatiha, Tefsir Suret el-Bakâra; Esmâ Allah el-Hüsna, Münazarat, Lubâb el-İşârât, el-Tubb, el-Kebir, el-mahsülfıl Usûl el-Fıkh, el-Meâlim ihkâm el-Ahkâm Tefsiri hakkında geniş bilgi için bkz. Fahruddin er-Râzi, Tefsir-i Kebir, Çev. S. Yıldırım, L. Cebeci, S. Kılıç, C. S. Doğru, Akçağ Yayınları, Ankara 1988.

5. Tefsiri hakkında geniş bilgi için bkz. Fahruddin er-Râzi, Tefsir-i Kebir, Çev. S. Yıldırım, L. Cebeci, S. Kılıç, C. S. Doğru, Akçağ Yayınları, Ankara 1988.

6. Gerçeğe akıl yoluyla değil sezgi ile varılabileceğini savunan görüş. Geniş bilgi için bkz. İslam İnançları Sözlüğü, O. Hançerlioğlu, Remzi Kitapevi, İstanbul 1994.

7. Bediüzzaman Said Nursi, Mektubât, Yeni Asya Neşriyat, Almanya 1994, s. 317.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*