Fanî müstebitler

Mısır nereye? Birkaç gündür gazetelerde en çok sorulan ve tartışılan soru. Çeşitli senaryolar ve teoriler eşliğinde tartışılan bu sorunun işaret ettiği çarpıcı bir gerçek var.

Toplumlar da insanlar gibi, esfel-i safilin ve ala-yı illiyyin arasında gelgitler yaşıyor, insani potansiyelini ön plana çıkaran toplumlar medine-i fazılaya yaklaşıyor.

Firavunlar ülkesinden İslâmın bahadır evlatlığına uzanan yolda yaşanan gelgitler de bu gerçeğe işaret ediyor. Hubb-u cah ve ikbal hesapları etrafında dönen ibretlik hikâyeler, Mısır’la birlikte, kendi iç dünyamızla yüzleşme fırsatını bize sunuyor. Bu yüzleşmeler; “ben nereye gidiyorum?” sorusunu beraberinde getiriyor.
Ben nereye gidiyorsam, toplum oraya gidiyor, ben neysem, içinde yaşadığım toplum da odur. Ahsen-i takvim suretinde yaratılan insanın en yüksek mertebe ile en alçak çukur arasındaki gelgitleri toplumları şekillendiriyor. Bediüzzaman’ın tesbitleriyle; ala-yı illiyyin tarafına olan yöneliş insanın gerçek mahiyetine bürünmesine yol açıyor. Bu meyanda adalet ve hakkaniyet gerçekleşiyor. Tam tersine bir yöneliş ahlak-ı seyyienin hadsiz inkişafına yol açıyor, insan insanî özelliklerinden uzaklaşarak Nemrudlar, Firavunlar derecesinde zalimleşiyor. Her türlü zulüm ve haksızlık da bu sahada meydana geliyor.
Tunus lideri Bin Ali, bir buçuk ton altınla yurt dışına kaçtı. Mısır lideri Mübarek’in elli milyar doları aşan gizli hesaplarından söz ediliyor. Suriye, Libya, Ürdün vb. ülkelerin liderlerinden söz etmeye bile gerek yok. Kendi halkının kanını son damlasına kadar emmeye niyetlenmiş modern vampirler, halklarının fakirliğiyle zenginleşen sözümona liderler… Kuvve-i şeheviye ve gadabiyenin ifrat mertebesinin mücessem temsilcileri… kendilerinde bir beka tevehhüm ederek bekaya müştak ruhlarını fenaya mahkûm eden fani müstebitler…
“Bizler faniyiz, kalıcı değiliz. Her birimiz ölecek ve geride bıraktıklarımızdan dolayı sorgulanacağız… Hepimizin gideceği yer iki metre küp çukurdur… Seninle beraber gelen kefen olacak…” Başbakanın Mübarek’e dervişane hatırlatmaları… Fani olanın fenalıklarıyla yoğrulduğu, fenaya karşı faniliğin çaresiz kaldığı, fanilik hatırlatmalarının pek duyulamadığı bir dünyadayız. Faniliğin fenalığa engel olamayışı, “zalum u cehul” olan beşerin ilk fırsatta bunu kusabilmesi imtihan dünyasının en önemli sırlarından biri olmalı. Faniliğin gölgesinden kurtulamayan insanlık nasıl olur da ebediyet tevehhümüyle zulme sapar, karanlıklardan medet umar? Kalplerde hakikî inkılâbın gerçekleşmesinin önemini hatırlatan sorular… İmanla donanmış bir faziletin istibdadı ortadan kaldıracağına dair Bediüzzaman’ın hatırlatmaları: “İmanlı fazilet, medar-ı tahakküm olmadığı gibi, sebeb-i istibdat da olamaz. Tahakküm ve tagallüb etmek faziletsizliktir.” İşte, fazıl toplumun ipuçları…
Bizi ortaçağ karanlıklarına mahkûm eden, belimizi büken “çeşit çeşit sari hastalıklar gibi intişar eden istibdat” ne yalnızca Mısır’a aittir, ne de bizden çok uzaktır. Müstebitler yalnız ne Mısır’dadır ne Tunus’ta. Mısır karıştı, memleketimin Başbakanı dervişane tavsiyelerde bulundu. “Bizler faniyiz…” Çevresini ‘bir lokma bir hırka’ mücahitliğinden bir jeep bir tripleks mücahitliğine terfi edenlerin sardığı bir liderin ironik tavsiyeleri… “Faniyim, fani olanı istemem” diyen gönül büyüklerini örnek aldığını söyleyenlerin çelişkili halleri. Bir bir istibdada açılan kapılar… faniye müştak olup fenaya meyletme tehlikeleri… Güçlü olanı sevme, güce yönelme, güçlünün yanında olma arzusu beni her zaman korkutmuştur. İslâm tarihi, Salebe’ye kayan zenginliklerin acıklı hikâyeleriyle doludur. Hz. Osman gibi olamayacakların Karun gibi olma hevesleri kim bilir nasıl Mısır hikâyelerine gebedir?

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*