Felâketlerden saadetlere… veya mağlup iken galip olmak

Felâketlerden saadetlerin doğduğunu çoğu insan fark edemez. Baharda filize yol veren sert kabuğun başından geçen kışları kaç kişi bilir? Musibetin acılarıyla yoğrulmuş geceleri takip eden sabahlardaki saadet güneşlerini, ancak zamanı bir bütün olarak nazarda tutanlar fark edebilirler. Hadiseler birbirinden bağımsızca değerlendirildiğinde, olayları sebeplere havale yanlışı da ortaya çıkar.

İslâm tarihinin en ciğersûz hadisesi olan Kerbela öncesi ve sonrasını değerlendiren Bediüzzaman Hazretleri, kırık gönüllere teselli ve gözyaşımızı silmeye imkân verir. İçinde bulunduğumuz teknoloji ve medeniyetin çekirdeklerinin söz konusu fırtına ile dünyanın dörtbir bucağına yayıldığını, Müslümanların; Hicaz, Şam, Irak, Keyrevan, Marakeş, Maveraünnehir ve Endülüs gibi merkezlerden uzak diyarlara giderek İslâmın bayrağını dalgalandırdığını mânâ olarak ifade eder. Cihan hakimiyetini Müslümanlara tattırmışken, felâket sadmeleriyle milyonlarca evlâdını Balkan ve Cihan harbinde kaybeden Osmanlı için, bu felâketi üç-dört milyon insanın velayet derecesine çıkışı ve vadileri dolduracak kan ile de İslâmın istikbalinin kurtuluşu olarak değerlendirir.

Sarayın ve bazı entellerin materyalist garba meylettiği bir dönemde, kader İslâm âlemini dinsiz ve hunhar garbın darbelerine maruz bıraktı. Neticede milyonlarca şehit ve gazinin çocuk ve torunları “garba adavetle,” bir yarımadaya dönüşmüş yeni yurtlarında yaşamayı esas aldılar.
İkinci Dünya Savaşından sonra, çekirdeğini çatlatan insanlığın boy vermesiyle hakikî insaniyet olan İslâmiyete veya Şarka karşı Batıda birikmiş olan husûmet dağılınca, terazinin bir kefesi pek hafif kaldı. Bediüzzaman Hazretlerinin ifadesiyle “Şark husûmeti zail olmalı, fakat garb adaveti baki kalmalıydı.” Kader! İslâm âleminin sefih, pis ve tek gözlü Batı medeniyetine karşı müstağni kalmasının, yine hem İslâm âleminin ve dolayısıyla İsevî dünyasının saadetiyle neticeleneceğini nereden bilirdik? Alem-i İslâmın son bayraktarı bu milletin Birinci Dünya Savaşıyla birlikte Avrupa ile entegrasyonunu düşündüğümüzde, âlemi hercümerc edecek dinsiz cereyanlara kimin karşı koyacağı sorusu da cevapsız kalır.

Fakat bugün Anadolu’dan yükselen Kur’ân’ın sesinin yankıları Amerika ve Avrupa merkezlerinde duyuluyorsa, yine bir musibetten doğmuş başka bir saadeti hatıra getirmez mi? Türk halkının kahir ekseriyeti, dün düşman olduğu Avrupa’nın kurduğu ortaklığa girmek istiyor. Bunalmış insanlar, baskıcı zihniyete Avrupa değerlerini örnek gösteriyorlar. Yalnız bu değerler, 1900’lerdeki değerlerden çok farklı, iki cihan harbinin kış ve yangınlarının çatlattığı çekirdekten fışkıran yeni bir Avrupa’nın değerleridir.

Türkiye kendi halkını da bezdiren dayatmacı zihniyetin, ilke ve inkılapları yerine bu değerleri Orta Asya’ya götürseydi, oradaki masumlar için daha hayırlı olur kanaatindeyim?

“Garp adaveti baki kalmazsa,” Avrupa’dan doğma dinsiz, sefih, ahlâksız ve ırkçı eski “medeniyet”in kötülükleriyle, insanî olan yeni medeniyetin değerleri bir tutulabilir. Yani Şarkta henüz bitmemiş cehalet, istibdat ve kanunsuzluğun sevkiyle, âlem-i İslâm söz konusu eski “medeniyet”in kucağına gecikmeli olarak kendisini atabilirdi. Garp adavetinin esas olması, garbın tümüne adaveti gerektirmez. Aksine, Avrupa ve Amerika’daki hakikî insaniyetperver ve Hıristiyan medeniyetle Kur’ân’ın ittifakı gündeme gelecektir.

Türkiye’de Yeşilköy havalaalanındaki müstehcen resme itiraz ettiğinizde, bu insanî ve ahlâkî tavrınız “medeniyetsizlik” olarak değerlendirilirken, Köln sokaklarındaki müstehcen reklâmlar, vatandaşın tepki ve şikâyetiyle panolardan kaldırılıyor. Amerika, gayri meşrû kadın-erkek ilişkilerinin önüne geçmek için ek bütçeler hazırlıyor ve tüm Avrupa’da ailenin önemi ön plana çıkarılıyor. Dinden bahsetmek veya dindarlık toplumun yükselen değerleri arasına girerken, Kur’ân her yerde aranan ve öğrenilmeye çalışılan kitap konumuna geçti.

Avrupalılar da malum “Garp adavetini” esas alarak 11 Eylül’ün başlattığı “ayrışma sürecine” yardım ediyorlar. İslâm âleminin asırlardır karşısında olduğu “mimsiz Batı medeniyetine” artık en az bizim kadar hakikî Hıristiyanlar da karşı olunca, bir asır sonra “Garp adaveti baki kalmalı” sözünün hikmeti yavaş yavaş tezahür ediyor.

Düne kadar toptan garp düşmanlığını veya Amerika-Avrupa düşmanlığını esas alanların, bugün teslimiyet içinde batı toplumuna ve değerlerine taraf olmaları da yukarıdaki hakikattan tegafülleridir. İşin acı tarafı ise; bu safdirik Müslümanlar Avrupa ve Amerika’da yine mimsiz medeniyeti temsil edenlerin tuzağına düşerek, bir yılandan koşarken başka bir ejderhaya yakalanıyorlar.

Zındıkanın, 11 Eylül’le birlikte New York ve Afganistan’da on binlerin hayatına mal olan hareketi, netice olarak dünyanın saadetini doğuracaktır kanaatindeyiz. Hem şarkın, hem de garbın kendi içinde dinsizlik, sefahet ve cehalete karşı başlattığı mücadele, elbette yeni bir saadeti netice verecek. Mağlup gibi görünen İslâm âlemi, bu ateşlerin zorlamasıyla en az elli senelik bir mesafeyi birkaç senede alarak, malul, hastalıklı ve perişan Avrupa’ya hakikî mânâda yardımcı olacak konuma yükseliyor. Ateşin temizleyici özelliğini elbette biliriz. İslâm âleminin batıdan aldığı kötü ahlâkın neticesinde kirlenen coğrafyalar kaderin yaktığı ateşlerle temizlendikten sonra, beklediğimiz saadeti inşaallah göreceğiz.

Gönül arzu ederdi ki, kadere böyle bir fetva verdirmemiş olsaydık. Fakat içinde bulunduğumuz felâketleri saadete çevirmede, yine kader-i İlâhî birazcık da cüz’î irademize hisse bırakmış, değil mi?

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*