Felsefeci ve ilim talebesi

Hepimiz daha iyi bir hayat yaşamak ve güzel bir gelecek sunmak isteriz.

Arkadaşla konuşurken bir İslâm felsefecisi ile tanıştığını söyledi.

Bende ister istemez bir kaç soru sordum. Müsbet mi? Menfi mi? Felsefeci diye. “Olur mu? canım şimdi, koskoca İslâm felsefecisi” deyip geçmeyin! Enaniyet varsa işi zor.

Yani bir ortama girdiğinde herkesi etkileyeyim, en zeki benim. Mutlaka beni dinlesinler. Herkesten üstünüm diyorsa ya da düşünüyorsa, maalesef Avrupa menfi felsefesine müptelâ olmuş bir İslam felsefecisidir. NLP kişisel gelişim seminerleriyle toplumun eneleri kabardı.  Bediüzzaman Hazretleri Nurun İlk Kapısı adlı eserinde özetle şunları söylüyor;  Avrupa felsefesinin halis öğrenci firavundur. Fakat en aşağı bir şeye ibadet eder, alçak bir firavundur, nefsine en faydalı ne varsa kendine Rab tanır. Kur’ân’ın halis talebesi ise kuldur. Yaratılmışların en büyüğü olduğu için kimseye tapmaz. Cenneti bile, ibadet amacı gütmez. Felsefeci ise, dik kafalı inatçıdır. Fakat en ufak bir lezzet için neredeyse şeytanın ayağını öpecek bir miskin alçaktır.  Kur’ân’ın talebesi ise, mütevazı, tatlı dilli, yumuşak ve kolay geçinilen kişidir. Cenab-ı Hakk’ın emir ve yasak dairesi dışına çıkmaya tenezzül etmez.  Felsefeci ise, menfaatçi, kendini düşünen, nefsinin ve midesinin hevesini tatmine çalışır. Şahsî ve nefsinin menfaatini milletinin menfaatiymiş gibi gösterir. Nefsinden başka hiçbir şeye hakikî muhabbet etmez.  Kur’ân’ın talebesi Allah razı için şahsî menfaatinden o derece sıyrılır ki, ebedî Cenneti bile asıl amacı yapmaz. Kaldı ki, dünyanın geçici ve yok olacak şeylerine tercih etmez. Ayrıca Kur’ân’ın talebesi en büyük gök cisimlerini bile Cenab-ı Hakk’ın birer itaatkâr memuru, görevlisi bilir. Yeryüzünde bulunan salih kullara samimî ve içten öyle kardeşlik duygusu hisseder ki, Peygamberimizin (asm) soyuna duâ ettiği gibi onların da mutlu olmaları için duâ eder.

Evet, bu iki halis öğrencinin arasındaki farklara bak ki, felsefeci nefsi için kardeşinden kaçar. Kur’ân talebesi belki yaratılmış bütün varlıkları kendine kardeş görür.  Yeni Asya Yayınları yazanlarından Kenan Taştan “Terapistin Terapisi” adlı kitabında bir arkadaş sohbetine gittiğini ve sohbetin koyulaştığı sırada, sıranın “psikolojik sıkıntılar ve çözüm yollarına” gelince herkes kendi fikrini savunur hale geldiğinden ortamın hararetlendiğinden bahsediyor. Tam o sırada tabiri caiz ise, enelerin tavan yaptığı ve konuşmaların bittiği sırada sessizce konuşmaları dinleyen arkadaşın biri söz istiyor ve “ben de fikrimi beyan edebilir miyim? diyor. Cebindeki küçük cep boy Risale-i Nur’dan konuyla ilgili yeri “mütevazi” bir şekilde (âdeta bir Kur’ân talebesi gibi) okuyor.

Kenan Taştan okudukça hayretini gizleyemiyor ve “Kardeşim sen dâhi bir insan mısın nesin? Bu cevaplar nereden aklına geliyor? Müthiş bir yorum bu! Oysa yapım gereği tartışmalarda enaniyetin/egonun da etkisiyle muhatabıma asla böyle şeyler söylemez ve elimden geldiğince onun tezini çürütmek için antitez üretirdim… Çok orijinal ve sorumum tam karşılığıydı. Âdeta pes etmek zorunda kalmıştım” diyor. Batıdan aldığı materyalist felsefeden kaynaklı.

Bediüzzaman Hazretleri Otuzuncu Sözde ise;  “Benden evvel o tahte’l-arz (yeraltında) yolda çok kimseler gitmişler. Her tarafta boğulup kalmışlar.

Onların ayak izlerini görüyordum. Bazılarının bir zaman seslerini işitiyordum. Sonra sesleri kesiliyordu.

Ey, hayali ile benim seyahat-i hayaliyeme iştirak eden arkadaş! O zemin, tabiattır ve felsefe-i tabiiyedir. Tünel ise, ehl-i felsefenin efkârı (fikirleri) ile hakikata yol açmak için açtıkları meslektir.

Gördüğüm ayak izleri, Eflatun ve Aristo (Haşiye):   Eğer desen: “Sen necisin, bu meşahire (meşhur kişilere) karşı meydana çıkıyorsun? Sen bir sinek gibi olup da, kartalların uçmalarına karışıyorsun?” Ben de derim ki: “Kur’ân gibi bir üstad-ı ezeliyem varken, dalâlet-âlûd felsefenin ve evham-âlûd aklın şakirdleri olan o kartallara, hakikat ve marifet yolunda, sinek kanadı kadar da kıymet vermeğe mecbur değilim. Ben onlardan ne kadar aşağı isem, onların üstadı dahi, benim üstadımdan bin defa daha aşağıdır. Üstadımın himmetiyle, onları garkeden (batıran) madde, ayağımı da ıslatamadı. Evet, büyük bir padişahın, onun kanununu ve evamirini (emirlerine) hâmil küçük bir neferi, küçük bir şahın büyük bir müşirinden (mareşalden) daha büyük işler görebilir.”} gibi meşahirlerindir. İşittiğim sesler, İbn-i Sina ve Farabî gibi dâhîlerindir. Evet İbn-i Sina’nın bazı sözlerini, kanunlarını bazı yerlerde görüyordum. Sonra, bütün bütün kesiliyordu. Daha ileri gidememiş. Demek boğulmuş.”

Kısaca materyalist felsefe işin sadece hikmet ve akıl tarafından ibaret olduğunu sandıklarından, Cenab-ı Hakk’ın diğer isimlerini ve kalbi âdeta yok saymaktadır.

Son olarak felsefeci “Bütün varlıklar birbirleri ile çekişme içinde (büyük balık küçük balık meselesi)” der. Kur’ân talebesi ise, “Birbirleriyle dayanışma ve yardımlaşma içindedir” der.

Ahmet Cemil Çökren

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*