Ferdin devlet kurma vazifesi var mı?

Batı’nın İslâm’a yaklaşımı, genel olarak, bir sistem ve bir alternatif (ideoloji) etrafında temerküz etmiş, bu da hemen hemen tamamıyla imân hakikatlerinden mahrûm bir şekilde takdim edilmiştir.1 Böylece İslâm, dünyevî ve uhrevî saadeti temin eden bir din olarak değil, yalnızca bir “rejim, bir ideoloji” olarak algılanmış.

Halbuki Kur’ân’a göre Müslüman toplumun ana görevi, “Allah’a inanmak, namazları kılmak, zekât vermek ve iyiyi emredip kötülüklerden men ederek”2 “yeryüzünü ıslâh edip, bozulma ve kokuşmuşluğu ortadan kaldırmak”3 sûretiyle sağlam bir ahlâkî sosyo-politik düzen kurmaktır.4 Bunlar da, elbette “imân ve ibâdetlerin” ihyâsı ile mümkündür.
Meseleye bu perspketiften baktığımızda, Kur’ân ve Sünnet’in, ferde öncelikle “devlet kurma” vazifesi vermediğini görürüz. Hattâ, planlayıp düşünmesini de istemez. Çünkü, gücünü aşar. Kul ise, kaldıramayacağı yük ile mükellef kılınmamıştır.5 Bunun için devlet teşkilâtını geliştirmek, her Müslüman topluma düşen bir vazifedir;6 ferde değil.
İslâmın öngördüğü devlet sisteminin esasları, adâlet, meşveret ve kanunda inhisar-ı kuvvet (gücün hukukun emrinde olması, kuvvetin kanunla sınırlanması)7 gibi esaslardır. Ferd, nazar ve himmetini direkt “devlet ve ideoloji” üzerine çevirip teksif etmez; başta imân, ahlâk, adâlet, meşveret, hürriyet için cihad eder; dolayısıyla “İslâm devletinin sistemi” için katkıda bulunuyor demektir. Kur’ânî ve Nebevî metod ve üslûp da budur.
Hukukun hâkim olmadığı, güç, baskı ve diktatörlükle yönetilen ülkelerde, başta inanç ve düşünce olmak üzere, giyim-kuşam, hâl, hareket ve tavırlara kadar her şeye “devlet” karar verir. O takdirde ferdin hürriyeti yoktur ve birkaç mesele dışında sınırlıdır. Bu durumda devlet emreder, “onun kulları(!)” da harfiyyen uymak zorunda kalır. Bu, devleti, bütün toplum görevlerinin, ekonomik ve kültürel hayatın tek düzenleyicisi olarak gören anlayıştır. Devlet, hukukun, kültürün ve geleneklerin kaynağıdır. 20. yüzyılın başlarından beri hâkim olan devletçilik zihniyeti, devletçiliğin katı temsilci Sovyetler Birliğinin yıkılmasından sonra itibardan düşmüştür.8 İşin en tehlikeli tarafı ise, devletin, sistemin kutsallaştırılmasıdır. Buna göre devlet, bir nevî “yeni putperestlik”tir. Yaşayabilmek için, sistemde var olan veya olmuş gibi görünen değerleri, sorgusuz sualsiz kabul edip, bu değerler doğrultusunda hareket etmeye yönelinmelidir.9
Milletin sosyal ve siyasî taleplerini dikkate almayan devlet, demokratik gelenekleri yerleşmiş olan ülkelerdeki kadar milletle barışık olmadığı için, (kamu alanı) ciddî bir mücâdele halindedir.10 Böyle bir sistemde, “devlet millet için” değil, “millet devlet için”dir. Şu halde, jakoben laik cumhuriyetçilerin de, “siyasal İslâmcıların(!)” da devlet anlayışı, zıt kutuplarda olmakla beraber, aynı muhtevâdadır.

Dipnotlar:

1- Colin Turner, Bir İmân İnkılâbı: Risâle-i Nûr, Risâle-i Nur Enstitüsü, İst. 1997, s. 17. 2 – Âl-i İmrân, 104, 110, 114. 3 – Hac: 39-40  4 – Vecdi Akyüz, Kur’ân’da Siyâsî Kavramlar, Kitapevi, İst. 1998, s. 18. 5 – Bakara: 286. 6 -M. Nûri Yılmaz, Şeriat ve Demokrasi, Yeni Asya Neşr., İst. 1995, s. 20. 7 – Hutbe-i Şâmiye, 79. 8 – Prof. Dr. Süleyman Hayri Bolay, Felsefi Doktrinler ve Terimler Sözlüğü, Ankara, 1997, s. 98-99. 9 – Alev Alatlı, Zamansız Sözler (Eyüp Can) Timaş, İs., 2000, s. 83. 10 – Prof. Dr. Süleyman Hayri Bolay-Prof. Dr. Mustafa İsen, vd., Türk Eğitim Sistemi/Alternatif Perspektif, TDV, Ank., 1996, s. 5.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*