Ferdiyet ve tasarruf dairesi

Hayat, vahdet ve ittihadın, neticesidir. Birlik ve beraberlik sayesinde hayat ve faaliyetleri devam eder. Şu koca kâinatta zerrelerden yıldızlara kadar ne varsa tek noktadan başlamış ve tek merkezden idare edilmektedir. Hepsi de esasta tek noktaya ve tek maksada doğru akıp gider.

Cenâb-ı Hakk’ın “Ferd” ismi had ve hesaba gelmez maddî ve mânevî âlemlere misilsiz bir şekilde o derece nüfuz etmiş ki, İsm-i Azam’dan kabul edilmiştir. Ferd ismi eşsiz, benzersiz ve misilsiz mânâlarına geliyor. Evet, o ismin tecellisiyledir ki, her şey O’nun kudret ve ilmiyle vardır ve ayaktadır. O’ndan gelen nur ile görünür ve aydınlanır. O’nun, Nur ismi bir nebzecik perdelense yüz binler âlemdeki maddî ve manevî nurlar ve ışıklar bir anda sönecek, koca kâinat ve içindeki muazzam faaliyetlerin mânâsı kaybolacak, maddî ve manevî bütün yollar karanlığa gömülecekti.
Ferd ismi, azam mertebede Hatemü’l-Enbiya olan Peygamberimizde (asm) tecelli etmiştir. Şu kâinat O’nun nurundan yine O’nun hürmetine yaratılmıştır. Âlemlerin Rabbi, habibini benzersiz ve misilsiz şekilde bütün akıl sahiplerine bir rehber, bir numune-i imtisâl, bir mukteda-i küll yani her şeyiyle uyulacak ve örnek alınacak şekilde halketmiştir. O'na varmayan bütün yollar batıldır, yanlıştır ve çıkmazdadır. Hakikat nurları ondadır ve ondandır. O'ndan gelmeyen nurların tamamı onun nuruna nisbeten yıldız böceğinin ışığının Güneş’e nisbeti gibidir. Çünkü Peygamberimizin (asm) nurunun kaynağı Âlemlerin Rabbi’dir, O’nun ezeli ve ebedî fermanıdır, dersidir. O'nun dışındakiler ise fanidir, geçicidir; kendi varlığını ve mahiyetini bile idrak etmekten âciz zavallı insanoğlunun kısa ve dar fikridir ve hatta zannıdır.
Peygamberimizin (asm) tasarrufu ve ferdiyeti vefatından sonra da devam etmektedir. İmâmet ve hilâfet bu devamlılığın cüzlerindendir. Bu sebeple ferdiyetteki veraset; ümmetin ittifak ve ittihadı, istikametin temini ve feyizlerin celbi için önemli bir husustur. Bir hadis-i şeriflerinde Peygamberimiz (asm) şöyle ferman eder: “Hakikî âlimler peygamberlerin vârisleridir.” Yine diğer bir hadis-i şerifte ferman eder: “Size iki şey bırakıyorum. Onlara sımsıkı sarılırsanız, kurtulursunuz. Biri: Allah’ın kitabı Kur’ân, diğeri: Âl-i Beytim.” Yani ehl-iman başıboş ve sahipsiz bir topluluk veya herkesin kendi başına hareket ettiği rastgele bir kalabalık değildir! Bir merkezden çıkan hakikat nurları, her asrın ya da her çağın verâset-i enbiya aynasında ferdiyetin tecellîsi olarak merkezlenir ve oradan neşrolur. Şüphesiz bunların dışında da hakikat nurları vardır. Ancak farkları velâyetin nübüvvete nispeti gibidir.

Cenâb-ı Hak şu Yerküre’yi ışıklandırmak için binlerce Güneş yaratmaya muktedirdir. Ancak Ferd isminin gereği olarak bir tek Güneş o vazifeyi mükemmelen yapar. Cenâb-ı Hakk’ın bu sünneti ve âdeti aynı şekilde manevî âlemlerde de cârîdir. Bu tecelliyle, tevhid-i kıble ve istikamet hâsıl olur, ümmetin ve cemaatin tesanüd ve birliği sağlanır. Kargaşa, tereddüt, teşettüt ve parçalanmaktan muhafaza olunur. Cenâb-ı Hak bizden, sadece hak ve hakikat üzere olmayı istemiyor; hak üzere ittifak etmeyi, bir ve beraber olmayı da istiyor. Rahmet ve hidayet, bir ve beraber olanlara ve cemaat üzere olanlaradır.

Şimdi ferdiyetin bu zamandaki tecellîsi için Kastamonu Lâhikası’ndan bir bölüm aktaralım: “Risâle-i Nur’un şahs-ı manevisi ve o şahs-ı maneviyi temsil eden has şakirtlerinin şahs-ı manevisi ‘Ferid’ makamına mazhar oldukları için, değil hususî bir memleketin kutbu, belki ekseriyet-i mutlakayla Hicaz’da bulunan kutb-u âzamın tasarrufundan hariç olduğunu ve onun hükmü altına girmeye mecbur değil… Her zamanda bulunan iki imam gibi, onu tanımaya mecbur olmuyor. Ben, eskide, Risâle-i Nur’un şahs-ı manevisini, o imamlardan birisini zannediyordum. Şimdi anlıyorum ki, Gavs-ı Âzam’da, kutbiyet ve gavsiyetle beraber, ‘Ferdiyet’ dahi bulunduğundan, ahirzamanda, şakirtlerinin bağlandığı Risâle-i Nur, o Ferdiyet makamının mazharıdır. Bu gizlenmeye lâyık olan bu sırr-ı azîme binâen Mekke-i Mükerreme’de dahi—farz-ı muhal olarak—Risâle-i Nur’un aleyhinde bir itiraz kutb-u âzamdan dahi gelse, Risâle-i Nur şakirtleri sarsılmayıp, o mübarek kutb-u âzamın itirazını iltifat ve selâm suretinde telâkki edip, teveccühünü de kazanmak için, medâr-ı itiraz noktaları o büyük üstadlarına karşı izah etmek, ellerini öpmektir.”1

Ferdiyeti daha iyi anlamak için İmam-ı Rabbânî Hazretlerinin Mebde ve Mead isimli eserindeki İkinci Fıkrasından bir paragraf aktaralım: “Ferdiyet kemâlâtını da kendisinde bulunduran bir irşad kutbu çok azizdir. Böyle bir cevher birçok asırlardan sonra meydana gelir. Karanlık âlem, onun gelişinin nuru ile aydınlanır. O'nun irşad ve hidayet nuru bütün âlemi kuşatır. Arş’tan dünyanın ortasına kadar her kime doğru yol, hidayet, iman ve marifet gelse, onun vasıtasıyla gelir, ondan istifade eder. O'nun tavassutu olmadan hiç kimse bu nimete ulaşamaz. O'nun hidayet nuru okyanus gibi bütün âlemi kuşatmıştır… O büyük zata ihlâs ile yönelen ya da o zatın kendisine yönelip hâline teveccüh ettiği kişinin gönlünde bu yöneliş anında bir pencere açılır. O pencere yoluyla bu denizden teveccüh ve ihlâsı nisbetinde içip kanar, gönlüne feyz dolar.” 2

İmam-ı Rabbani Müceddid-i Elf-i Sâni bu mektubunda ferdiyet makamını ve ehemmiyetini izah ettiği gibi bu makam sahibinin manevî şahsiyetini de kerametkârâne haber veriyor, müjdeliyor.
Şimdi tasarruf dairesi ve müsaadesi hakkında Barla Lâhikası’ndan bir misal aktaralım: “Hazret-i Mevlânâ Hindistan’dan tarik-i Nakşî’yi getirdiği vakit, Bağdat dairesi Şâh-ı Geylânî’nin ba’del-memat hayatta olduğu gibi, taht-ı tasarrufunda idi. Hazret-i Mevlânâ’nın mânen tasarrufu, bidâyeten câ-yı kabul göremedi. Şâh-ı Nakşibend ile İmam-ı Rabbânî’nin ruhaniyetleri Bağdat’a gelip Şâh-ı Geylânî’nin ziyaretine giderek rica etmişler ki, ‘Mevlânâ Hâlid senin evlâdındır, kabul et.’ Şâh-ı Geylânî, onların iltimaslarını kabul ederek Mevlânâ Hâlid’i kabul etmiş. Ondan sonra Mevlânâ Hâlid birden parlamış. Bu vakıa, ehl-i keşifçe vâki ve meşhud olmuştur.”3

Şüphesiz hakikat mesleği ile tasavvuf mesleği arasındaki farkı unutmamak gerekiyor. Sünûhat’ta şöyle bir ifade geçer: “Sofiye meşrebinden kat’-ı nazar, İslâmiyet vasıtayı red, delili kabul ve vesileyi nefiy, imamı isbat eder.” 4 Sofiye meşrebindeki bazı hususların istisnası ve hususî şartları vardır. Ancak imamet umuma şamildir ve sahabe mesleğidir. Gavsiyet ve kutbiyet de hakikat mesleğinde vesile değil âyinedir ve imametin cüzlerindendir. Tasarruf dairesine, hakikat nurlarına ve istifade yollarına kendi mesleklerinin taassubu ile bakanlar için Risâle-i Nur’un makamının tercümesi ”ferdiyet” şeklindedir.

Ferdiyet ve kutbiyet kesbî değil, tamamen vehbîdir, Cenâb-ı Hakk’ın ihsan-ı İlâhîsi olarak bir vazifelendirmedir. Bu makam için zaman ve mekân sınırları daha farklıdır.  Vazife ve tezahürleri ümmetin mukadderâtı için teşekkül eden manevî ve nuranî meclislerde de devam eder ve orada da zamanın mümessili olması sebebiyle rey sahibidir. Bu manevî meclislerden bir misâl için Sünûhat Risâlesi’nden bir bölüm aktararak yazımızı bitirelim:
“Bir Cuma gecesinde nevm ile âlem-i misâle girdim. Biri geldi, dedi:
‘Mukadderat-ı İslâm için teşekkül eden bir meclis-i muhteşem seni istiyor!’
Gittim, gördüm ki, münevver, emsâlini dünyada görmediğim, Selef-i Salihînden ve a’sârın meb’uslarından her asrın meb’usları içinde bulunur bir meclis gördüm. Hicap edip kapıda durdum. Onlardan bir zat dedi ki:
‘Ey felâket, helâket asrının adamı, senin de reyin var. Fikrini beyan et.’”5

Dipnotlar:

1- Kastamonu Lâhikası, s. 151.
2- İmam-ı Rabbani, Mebde ve Mead: İkinci Fıkra.
3- Barla Lâhikası, s. 118.
4- Sünûhat, s. 37.
5- Sünûhat, s. 55.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*