“Fethin sembolü” Ayasofya soruları (2)

Fatih, “Ayasofya vakfiyesi”nde, “Yerler ve gökler devam ettiği müddetçe (Kıyamete kadar) benim vakfettiğim bu vakfiyem (Ayasofya) için koyduğum şartlarını kimse değiştiremez, bozamaz. Bu esaslar birer kanundur. Bunların bir tek noktasını kimse ne eksiltebilir, ne de çoğaltabilir. Bunları yapmak Allah’ın haram kıldığı şeylerdir” ihtarında bulunur.

Bu esasları Allah’ın hıfzına emanet edip, “Ayasofya, Kıyâmete kadar câmi olarak vakfedilmiştir. Bunu, Allah’a, âhirete, Onun heybetine inanan hiçbir mahlûk, sultan olsun, hâkim olsun, bir mütegallibe olsun, değiştiremez. Vakıf şartlarını kim değiştirirse, Allah’ın, meleklerin, bütün insanların ve lânet edenlerin lâneti onların üzerine olsun. Onlar hiçbir zaman hafiflemeyen azap içinde bulunsunlar. Yüzlerine bakan ve onlara şefaat eden hiçbir kimse bulunmasın!” diye noktalar. Ne var ki Türkiye’de tek partinin “dinden tecrid” devrindeki “inkılâplar süreci”nde, evvela 10 Nisan 1928’de Anayasanın başındaki “Devletin dini din-i İslâmdır” hükmü kaldırıldı. Peşinden “dinî ideolojiyi çağdaşlaşmanın önünde barikat” olarak görüp “İslâmî inanç sisteminin tamamen dışına çıkılması” maksadıyla, 22 Ocak 1932’de ezan asliyetinden çıkarıldı, dinî tedrisat kaldırıldı…

“KAHRAMAN MİLLETİN MEDÂR-I ŞEREFİ”

Müthiş manevî tahribatta Kur’ân’ın yasaklanmasının yanısıra, çoğu tarihî camilerde mum şamdanların üstünde yazılı “Maşallah” yazıları kazındı; âbideler, çeşmeler üzerindeki âyet-i kerime yazılı mermerleri parçalama şenaati irtikâb edildi. Dinî kitaplar, kıymetli yazma Kur’ânlar, tefsirler yok edildi. Hâfızlardan Kur’ân dinlemek bile yasaklandı. Harbiye Nezaretinin (şimdiki İstanbul Üniversitesi’nin) kapısındaki “fetih âyetleri”nin üstüne kızıl ve siyah taş perde çekildi…
Evvela, minarelerinde “Türkçe ezân” okunarak Ayasofya’nın ruhaniyeti rencide edildi. Ve fetihten 481 sene 5 ay 16 gün sonra 24 Kasım 1934 tarihinde bizzat M. Kemal’in direktifi, bir Bakanlar Kurulu kararıyla Ayasofya cami olmaktan çıkarıldı. 1 Şubat 1935’ten itibaren ise müze yapıldı. Yahya Kemâl’in “devletin iki mânevî temeli” dediği Ayasofya’nın yanı sıra Topkapı Hırka-i Saadet Dairesinde 417 sene okunan Kur’ân’da susturuldu.
Mâbed binasına zarar getireceği korkusuyla Ayasofya’nın minarelerinin yıktırılmasından son anda vazgeçildi; lâkin başta Lâfza-i Celâl, Resûlullah ve Hulefa-i Râşidin isimlerini ve Kur’ân âyetlerini hâvi cihân-paha levhalar sökülüp indirilerek –kapılardan çıkaramadıklarından meçhule gönderildi- sağa sola atıldı. Tavan sıvaları kazılarak Bizans’tan kalma resimler-putlar açığa çıkarılıp cilâlandı. Levhalar, kıblegâhlar kaldırıldı. Kitâbeler, eski yapılar üstüne yeni sıvalar yapıldı. Bunun içindir ki Bediüzzaman, “Kahraman bir milletin ebedî bir medâr-ı şerefi”, “Kur’ân ve cihad hizmetinde dünyada bir pırlanta gibi pek büyük nişânı” ve “kılınçlarının pek büyük antika bir yâdigârı” diye tavsif ettiği “Ayasofya Camiini puthaneye ve Meşîhatı (Diyanet Dairesini) kızların lisesine çeviren bir adamı sevmemek bir suç olmasına imkân var mıdır?” diye sordu. Bunu yapan “bir kumandanın keyfî kanun namındaki emirlerine fikren ve ilmen taraftar değiliz ve şahsımız itibariyle amel etmiyoruz” dedi.  (Şuâlar, 335, 376)

“BEŞ YÜZ SENE DEVAM EDEN KUDSÎ VAZİYET…”

Yine bunun içindir ki 14 Mayıs 1950’de demokratik hayata geçilmesinden sonra, başta merhum Adnan Menderes olmak üzere Demokratlara yazdığı mektuplarda, Ezân-ı Muhammedînin aslına çevrilip neşri ve ilânıyla Demokratların on-yirmi derece mânevî kuvvet kazandığı gibi, “Ayasofya’yı beş yüz sene devam eden kudsî vaziyetine çevirmenin ve mekteplerde mâsum çocuklara din derslerini okutmanın Anadolu Müslümanlarını duacı yapacağını” belirtir. (Emirdağ Lâhikası, 449)
“Ankara’ya bu defa geldiğimin mühim bir sebebi, İslâmiyete ciddî taraftar Dâhiliye Vekili Namık Gedik’i görmek ve İslâmiyetin kahramanı olan Adnan Beye ve Tevfik İleri gibi mühim zatlara bir hakikati söylemektir” cümlesiyle başlayan lâhikada, Ayasofya’nın açılmasının önemini belirtir.
“Hem Demokrata ezan-ı Muhammedî gibi çok kuvvet vermek ve Risâle-i Nur’un neşrine müsaadesi gibi çok taraftar olmak ve âlem-i İslâmı, hattâ bir kısım Hıristiyan devletlerini memnun etmek için, Ayasofya’yı müzahrafâttan (süprüntülerden, pisliklerden) temizleyip ibâdet mahalli yapmaktır” teklifini iletir. “Bu nokta hatırı için Namık Gedik’i görmek istedim ve geldim” diye yazar. (a.g.e., 449)
İşte Hutuvât-ı Sitte namındaki eseriyle İstanbul’daki efkâr-ı umûmiyeyi İngiliz aleyhine çevirip Harekât-ı Milliye lehinde ehemmiyetli hizmet eden Bediüzzaman, içinde binler adama ehemmiyetli nutkunu dinlettirdiği, meb’usana hitab ettiği Ayasofya’nın ibâdete açılması” talebini ve kısmen de olsa Mukaddes Emânetler’de Kur’ân’ın okunmasını, aynen ezânın asliyetine çevrilmesi gibi Demokratlar (DP-AP-DYP) yerine getirir. Ancak demokrasiyi katledip hak ve hukuku tahrip eden darbelerle yineden inkıtaa uğrar. (Şuâlar, 393; Divan-ı Harb-i Örfi 24)
Peki, “muhafazakâr demokrat” olduğunu iddia eden sekiz buçuk yıllık AKP iktidarında Ayasofya’nın akıbeti ne oldu?

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*