“Fethin sembolü” Ayasofya soruları (3)

Evvela, merhum Menderes, 4 Kasım 1951’de Bakanlar Kurulu kararıyla ilkokullarda din derslerini müfredat programına aldı. Ardından İzmir’de, “Şimdiye kadar baskı altında bulunan dinimizi baskıdan kurtardık. İnkılâp softalarının yaygaralarına ehemmiyet vermeyerek ezânı serbest bıraktık, mekteplere din derslerini kabul ettirdik, radyoda Kur’ân okuttuk. Türkiye Müslümandır ve Müslüman kalacaktır; Müslümanlığın bütün icaplarını elbette yaşayacaktır” sözleriyle dine ve din eğitimine hizmetin gereğini ve değerini dile getirdi.

Bundan dolayıdır ki Bediüzzaman, “Şimdi, Adnan Menderes gibi İslâmiyetin ve dinin icâplarını yerine getireceğiz diyen Demokratlar” diye takdir eder.

Demokrat Parti’nin bu manevî hizmet misyonu, Menderes’in Antalya’da ve daha sonra Konya’daki konuşmasını, “Demokratlara manevî kuvvet hükmüne geçmesi” için “umum Nur Talebeleri ve mektepli mâsum çocuklar namına yazacağı tebrik” yerine lâhikaya alan Bediüzzaman, bu misyonun gereği olarak “Ayasofya’yı muzahrafattan temizleyip ibadet mahalli yapılarak beşyüz sene devam eden kudsî vaziyetine çevrilmesini” temenni eder. (Tarihçe-i Hayat, 545; Emirdağ Lâhikası, 318-319, 449, 387)
Zira bu perspektifle, Yavuz Sultan Selim’den sonra 417 yıl Topkapı Sarayındaki Mukaddes Emânetler Dairesi’nde devam eden ve tek parti döneminde kesilen Kur’ân tilâveti, bizzat Menderes’in teşebbüsüyle yeniden okundu. Peşinden 27 Mayıs ihtilâli inkıtaıyla kesildi; ama 12 Eylül öncesinde Demirel’in Başbakanı olduğu Adalet Partisi hükûmeti Kültür Bakanlığının aldığı karar gereğince, Hicrî 1400’ün Ramazan ayının birinci (Cuma) günü 13 Temmuz 1980’de tekrar okutulmaya başlandı. Aynı gün Ayasofya’nın dört minaresinden Ezân-ı Muhammedî okundu…

AYASOFYA’YI ADALET PARTİSİ İBÂDETE AÇTI…

AP’li Kültür Bakanı Tevfik Koraltan, “Bu vatan semâlarında ezân-ı Muhammedî ile birlikte Kur’ân-ı Kerim sadâları ilelebed yankılanacaktır” dedi.
Ardından 8 Ağustos 1980 -Hicri 1400 Ramazan’ın son Cuma günü- 481 yıl cami olarak ibâdet edilen Ayasofya’nın Hünkâr Mahfilinde ve Abdülmecid Mescidinde kılınan Cuma namazı ile 46 yıllık aradan sonra ibâdete açıldı. Ancak 12 Eylül darbesiyle Ayasofya da ibâdete kapatıldı.
On yıl sonra- bugünkü Demokrat Parti Genel Başkanı Nâmık Kemâl Zeybek’in Kültür Bakanlığı döneminde “Hünkâr Mahfili” tekrar açıldı. Basında Ayasofya’nın “taksit taksit açıldığı” haberleri çıktı. Ne var ki 28 Şubat “postmodern darbe”nin akabinde AKP döneminde “restorasyon” gerekçesiyle Ayasofya Camiindeki Bizans mozaikler-resimler açığa çıkarılarak âdeta cami olması zorlaştırıldı. Dahası Başbakan Erdoğan ve hükûmeti, sekiz buçuk yıldır Ayasofya’ya ilgisiz kaldı. Baştan beri “Taksim Camii”ne müstenkif duran, mahkemenin “Taksim’e cami yapılamaz” kararına karşı susan ve Ankara-Kızılay’da cami yapımının gündeme gelmesini dahi istemeyen hükûmet, Ayasofya’nın ibâdete açılması taleplerine bigane kaldı.
Kısacası AKP iktidarı, Ayasofya’ya hep “başkalarının gözü”yle ve “turizm rantı” hesâbıyla baktı. AKP’li Büyükşehir Belediye Başkanı Topbaş, “Ayasofya turizme açılmış, ‘tekrar camiye çevirelim’ demek gereksiz bir polemik” diye konuştu. (Pazar Postası, 29.4.2004) Oysa selâtin camileri Sultan Ahmet ve Süleymaniye gibi hem cami hem de ziyârete açık olması mümkündü…

AKP İKTİDARI, NEDEN AYASOFYA’YA İLGİSİZ?

AKP’li Kültür Bakanı, bir gazetecinin “Ayasofya için de açılması isteği gelir mi?’ sorusu üzerine, “Hiç zannetmiyorum. Ayasofya dünyanın çok eski yapıtlarından birisi. 500 yıllarında yapılmış bir mabet, ama o şu anda büyük bir ziyaretçi kitlesi olan bir anıt müze olarak değerlendiriliyor. İçinde zaten sürekli olarak restorasyon çalışmaları var” şeklinde konuştu.
Devamında da, “Orayı bırakalım, o şekilde insanlar değerlendirsinler. Ayasofya’nın özel statüsüyle durmasından yanayız. Ayasofya için sadece bir tek dinin değil, birçok dinin talebi olabilir. Hepsine birer gün verdiğimiz zaman müze olma vasfını büyük ölçüde yitirir. Orası çok özel bir mekândır. Onun için özel statüsüyle durmasından yanayım” diye daha baştan kesip attı. (Stratejik Boyut, İHA, 3.4.2010)
Mardin’deki 700 yüz yıllık Kasımiye Medresesi ve mescidleri avlusunda kadın mankenlerin ışıklı-danslı şov ve defile gösterini onaylayan Kültür Bakanı, hükûmetin Ayasofya’yı cami olmaktan çıkaran “mevcut özel statüsü”nün devamı kararı aldığını söyleyip, “Atatürk’ün belirlediği Ayasofya statüsü devam edecek” diye açıkladı. (Hürriyet, 4.10.2010)
Ve Başbakan Erdoğan, İstanbul’un Fethi’nin 553. yıldönümü dolayısıyla yayınladığı mesajda, kıt’alarını birbirine bağlayan, 27 yüzyıllık tarihi boyunca Roma, Bizans ve Osmanlı imparatorluklarına başşehirlik yapan İstanbul’un, insanlığın ortak kültür mirasında özel bir yere sahip olduğunu belirtiyor. İstanbul’u farklı inanç ve geleneklerin barış içinde kaynaştığı bir bilim ve kültür merkezi olarak niteliyor. “İstanbul’un doğal güzellikleri, kültürel zenginlikleri ve tarihî dokusunu koruyarak gelecek kuşaklara aktarmanın herkesin ortak sorumluluğu olduğunu” vurguluyor.
Lâkin İstanbul fethinin sembolü Ayasofya’dan tek kelime bahsetmiyor; neden? Sonra,  AKP iktidarı, neden Ayasofya’yı “Atatürk’ün belirlediği statü”de “o haliyle” bırakıyor?
Daha önce “Ayasofya açılsın, zincirler kırılsın!” sloganlarını atan Başbakan Erdoğan, niçin şimdi Ayasofya’nın açılması hakkındaki haklı taleplere, “Boşverin bunları!” diye tepki gösteriyor?

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*