Fetvanın hedefi Risale-i Nur mu?

Diyanet, “Görmez” üzerinden giderayak adı fetva olan, neresinden bakarsanız bakın; 28 Şubat komuta kademesinin siparişi gibi, brifing keyfiyetinde bir sunuma imza attı.

Dini tahkim vazifesi görmesi gereken Diyanet; tam da kuruluş gayesine uygun olarak son zamanlarda, İslâmın olmazsa olmazı maneviyatla oynayarak selefistlerin istediği mecralarda rol üstlenmiş görünümünde.

670 sahifelik baştan sona sübjektif, zorlama bir te’vile dayalı fetvanın, dinî teamüller açısından ilmî bir yanı olmadığı, belki açılmış dâvâların fezlekesi ve vukufsuz ehl-i vukufun hazırladığı bir rapor gibi olması düşündürücü.

Sözüm ona bu fetvayı eğer siyasî veya vesayete dayalı hukukî bir heyet yapsa idi (ki yapıldı) siyaset deyip geçebilirdik. Ancak işin içine diyanet dairesi girince “yeni bir din (selefist) anlayışı” mı geliyor sorusunu akıllara getirdi ki, bir mü’min olarak es geçemezdik.

Birileri Kur’ân’a, hadislere ve İslâmî geleneklere ters bir hüküm beyan etse, kim olursa olsun her Müslüman gibi bizde en evvel karşı çıkanlardan olurduk.

Ancak kişilerin kendi kanaatleri ve anlayış biçimleri diyânetin son raporundaki kıstaslarla! algılanırsa tekfir edilmedik hiç kimse kalmaz. Teşbih bilmez, istiâreden anlamaz, mecaz “görmez” isek Nesîmî’yi, Mevlânâ’yı hatta Muhyiddin-i Arabî’yi de anlamamız imkânsız olup tekfirlere bahane arardık.

Selefistler, epeydir din büyüklerine bu noktalardan saldırıyor, hatta Risale-i Nur’a da bu sebeple bel altı vuruyorlardı.

Eğer zahire bakıp sözün derûnundaki mânâları anlamak istemezsek, bütün bir İslâm tarihini ve mânâ büyüklerini topa tutmamız gerekir.

Rüya yok, seyr ü sulûk yok, meratip yok, makam yok, Velâyet yok.. ilh.

Peki ne var? Elimizde bir metin kalır ki; kısır tercüme’nin insafına kalmış, yüzde bir mânâdan belki bir mânâ-yı zahir ki o da meçhul..

SÜFYANİYET Mİ GÜNCELLENİYOR?

Diyanet 1960 darbesinden sonra şimdiki raporun benzerini Said Nursî ve Nurcular için de yapmış;

“Müslümanların zihinlerini fazlasıyle işgal eden Nurculuk adı altındaki cereyan dinî bakımdan incelenerek mü’minlerin bu bapta tenvirine çalışılacaktır. Said Nursî tarafından yazılan Risaleleri ve hususîyle, talebelerinin katkıları ifadeler, keramet, Velâyet ve Mehdi gibi İslâm âleminin mübarek kelimelerinin Said Nursî ‘ye isnadı, âyet-i kerimlerin tesirinde mananın tahammül edemeyeceği tarzda batınî ve indî mânâlar verilmeye çalışılması bunların dinî yönden tekrar ele alınmasını ve Nurculuğu Müslümanlık zannedenleri uyarmayı zarurî kılmıştır” (sayfa. 6-7)

Keza, Şuâ’larda Hata-sevap cetveli bölümünde benzer iddialar gündeme gelmiş, Üstad Hazretleri o iftiraları yüzlerine çarpmıştır.

Onlardan sadece bir tanesi; “hata78. İlm-i gayb Allah’a mahsustur. Hiçbir veli tasarrufat yapamaz ve gaybı bilemez. Hattâ Peygamber de bilmez. Halbuki bir risalede işarat-ı hadîsiye ile hilâfetin mebde’ ve müntehasını göstermiş.

C: Evet herkes bizzât gaybı bilmez. Fakat i’lam ve ilham-ı İlâhî ile bilinebilir ki, bütün mu’cizat ve keramat ona dayanır. Hazret-i İmam-ı Ali’nin işarat-ı gaybiyesiyle Risale-i Nur’a işaratına dair bir risalenin âhirinde

“Hulefa-i Raşidîn’den sonra bir fesad olacak “ hadîs-i şerifinin işaratından birkaç lem’a-yı i’caziyeyi tam vakıa mutabık güzel bir tarzda ve görenlerin takdirine mazhar olmuş bir beyanı çürük görmek ve itiraz etmek bir cehalet, bir hata eseridir.”

Bilindiği gibi geçtiğimiz sene bütün camilerde de ”Yüce Dinimiz İslâmı; sır, gizem, rüya, keşif, kerametler ve gelecek tasavvurları üzerine bina etmeye kalkışmak asla kabul edilemez.

Önümüzde Peygamberimiz (asm) gibi büyük bir rehber varken, kurtarıcı beklentileri içerisinde, kıyamet alâmetleri üzerinden bir din ihdas etmek asla kabul edilemez” diye yayınladıkları hutbe’de, güya ahir zaman hadisatını Cibril hadisi misal gösterilerek (Ahir zaman) Peygamberinin (asm) bilmediği imasıyla Mehdi beklentisine karşı çıkmışlardı.

Hz. Ali’den tevarüs eden Kur’ânî yorum ve Velâyet, Devletlûlerin işine gelmediğinden ruhsuz bir İslâm, raflara mahkûm oldu.

Peygamberimiz (asm) Hz. Ali’ye hitaben; “Ben Kur’ân’ın nüzulü için savaştım, sende yorumu için” buyurması, güncellenerek bu güne kadar geldi.

Mesele Nurculuktur. Kime vurdukları değil, neye vurdukları ehemm..

Zira Mehdi bilinse Süfyan da bilineceğinden, Nurculuk çıktığı günden beri süfyaniyetle öldürülmek isteniyor.

Son hadiseler de bunun bir göstergesi.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*