Fikir nuru tefekkür

Image

Kâinat kitabı o kadar muhteşem ki, her harfi bir kitap, her sayfası kitaplar dolusu sır ve mânâlarla yüklü, Rabbin esmâsının okunduğu milyarlarca devasa kütüphanelerle bezenmiştir.

Bu kitabın mütalâacıbaşı ve tarif edicisi Hz. Resulullah (asm), kâinatın muammasını ve en gizli sırlarını, asırlara ve asırların nuranî halkalarına okuyarak tarif etmiş; onu okuma ve anlama yolunda rehberlik ve pişdarlık yapmıştır.

“İnsan” mânâsındaki her varlık ise o tarif edici Üstad’dan (asm) aldığı nurlu tarifnâme ve şifrelerle, kâinat kitabını mütalâa ederek harflerini, kelimelerini, cümle ve sayfalarını ve onlardaki gizli sır ve muammaları çözmeye çalışır.

İşte her biri esmânın bir cilvesi olan varlık âleminin taşıdığı gizli sırlarını ve mânâlarını anlamak için sarf edilen bu çabaya “tefekkür” diyoruz .

Elbette ki mevcudatın mânâsı tefekkürle çözülür ve anlaşılarak mânâ kazanır. Şu kitab-ı kebîr-i kâinatın hülâsası olan Kur’ân-ı Hakim’in her bir âyeti bir tefekkür hazinesi, onun tarif edicisi Yüce Resul’ün (asm) her hadisi binlerce tefekkür manzumesidir.

Mü’minlerin annesi Hz. Âişe validemiz, Hz. Resulullahı (asm) en çok düşündürüp etkileyen ve ağlatan âyetlerden birinin “Göklerin ve yerin yaratılışında, gecenin ve gündüzün gidip gelişinde elbette akl-ı selim sahipleri için ibret verici deliller vardır” (Âl-i İmran Sûresi 3/190) âyeti olduğunu belirtir. Hz. Rasulullah (asm) bununla ilgili “Bu âyeti okuyup da üzerinde tefekkürde bulunmayan, düşünmeyen kişilere yazıklar olsun” demiş; diğer bir hadisinde de “Bir saat tefekkür, bir sene nafile ibadetten hayırlıdır” diyerek tefekkürün taşıdığı sevap ve ehemmiyeti vurgulamıştır.

Peki, insanlık başta kendini ve bütün kâinatı anlamasıyla ilgili bu mütalâayı nasıl yapacak? Elbetteki kendisine verilen ve her biri paha biçilmez değerdeki zahiri ve batınî duygularıyla ve Hz. Rasûlullah’ın (asm) gösterdiği şekliyle…

İnsanlığın uzay çağını yaşadığı ve teknolojinin baş döndürücü bir hızla gelişme kaydettiği “âhirzaman” diye isimlendirilen asrımızda, eserlerinde fen ilimleri ile din ilimlerini mezcederek, zamanımıza bakan Kur’ân âyetleri ve hadislere yorumlar getiren Büyük Kur’ân Müfessiri Bediüzzaman, Şuâlar isimli eserinin 7. Şuâ’ında kâinat kitabını mütalâa eden seyyahla, bizi esir maddesinden ve hurdebînî bir mikroptan tâ galaksilere kadar her varlığı ayrı ayrı ziyaret ettirerek, uğradığı her varlığın “Ben neyim? Nereden geliyorum? Yaratılışımdaki maksat ve mânâ nedir ve nereye gidiyorum?” vb. suâllerine cevap verdirerek yüksek sır ve mânâlarını mütalâa ettirir.

Muhteşem kâinat kitabının ve Kur’ân’daki yüce mânâların bir hülâsası olan Bismillahirrahmanirrahim’in tefsirinin yapıldığı Birinci Söz’de ise, Cenâb-ı Allah’ın en muhteşem san’at eseri olarak yaratılan ve kâinattaki bütün nimetlerin sofrasına serilmesi derecesinde kendisine değer verilen insanın, bütün bu nimetler karşısındaki en ehemmiyetli üç vazifesinin ne olduğu ile ilgili sorulan bir suâl ve akabinde bu suâle verilen cevap yer alır:

“Suâl: Tablacı hükmünde olan insanlara bir fiat veriyoruz. Acaba asıl mal sahibi olan Allah, ne fiat istiyor?

“Elcevap: Evet o Mün’im-i Hakikî, bizden o kıymettar nimetlere, mallara bedel istediği fiat ise; üç şeydir. Biri: Zikir. Biri: Şükür. Biri: Fikir’dir. Başta ‘Bismillah’ zikirdir. Âhirde ‘Elhamdülillah’ şükürdür. Ortada, bu kıymettar hârika-i san’at olan nimetler Ehad, Samed’in mu’cize-i kudreti ve hediye-i rahmeti olduğunu düşünmek ve derketmek fikirdir. Bir padişahın kıymettar bir hediyesini sana getiren bir miskin adamın ayağını öpüp, hediye sahibini tanımamak ne derece belâhet ise, öyle de; zahirî mün’imleri medih ve muhabbet edip, Mün’im-i Hakikî’yi unutmak; ondan bin derece daha belâhettir.

“Ey nefis! Böyle ebleh olmamak istersen; Allah namına ver, Allah namına al, Allah namına başla, Allah namına işle. Vesselâm.”

Ayrıca her insanın hayalinden aklına ve gözüne kadar kendisine yaratılıştan takılan bütün zahirî ve batınî duygularıyla bu tefekkürü yapması halinde, bütün duyguları bu fikir nurlarıyla nurlanarak Yaratana hakikî bir abd olacağını ve nuraniyet kazanacağını, Sözler isimli eserinin 29. Söz İkinci Esas Dördüncü Medar’ında: “..fikir nuru, insanın âmâline ve efkârına öyle bir genişlik vermiş ki, mâzi ve müstakbeli ihâta eder; dünyayı dahi yutsa tok olmaz. Sâir nev’îlerde ferdlerin mahiyeti cüz’iyedir, kıymeti şahsiyedir, nazarı mahduttur, kemâli mahsurdur, lezzeti ve elemi ânidir. Beşerin ise mahiyeti ulviyedir, kıymeti gâliyedir, nazarı âmmdır, kemâli hadsizdir, mânevî lezzeti ve elemi kısmen dâimîdir” sözleriyle zihinlere yerleştirir.

Yine 29. Söz’ün İkinci Esas 10. Medar’ında ise tefekkürün her şeye hikmetli ve basiretli bakmak olduğu: “İşte o zerrâttan hangi zerreye bir nazar-ı hikmetle baksan, göreceksin ki, basîrâne, muntazamâne, semîâne, alîmâne sevk olunan o zerreye, kör ittifak, kanunsuz tesadüf, sağır tabiat, şuursuz esbâb, hiç ona karışamaz. Çünkü, herbirisi unsur-u muhîtten tut, tâ beden hüceyresine kadar hangi tavra girmiş ise, o tavrın kavânîn-i muayyenesi ile güyâ ihtiyâren amel ediyor, muntazaman giriyor. Hangi tabakaya sefer etmiş ise, öyle muntazam adım atıyor ki, bilbedâhe bir Sâik-i Hakîm’in emri ile gidiyor gibi görünüyor” ifadeleriyle vurgulanır.

Böyle basiretli ve hikmetli bakışlar sonucu, hakaik-i imaniyenin sırlarının ortaya çıkıp, vuzuha kavuşmasının değerini ise, asırların âlimi Müceddid-i Elf-i Sani İmam-ı Rabbani: “Hakaik-i imaniyeden bir meselenin inkişafını, binler ezvâk ve mevâcid ve kerâmâta tercih ederim” diyerek tefekkürün değerini ve insanı yücelterek marifetullaha ulaştırdığını beyan eder.

O halde bizler Kur’ân-ı Hakim ve hadis-i şeriflerin nuruyla kâinat kitabının esrarının çözüldüğü, “Yedi gökle yer ve onların içindekiler O’nu tesbih eder. Hiçbir şey yoktur ki O’nu övüp O’nu tesbih etmesin; lâkin siz onların tesbihini anlamazsınız. Şüphesiz ki O Halim’dir, ceza vermekte acele etmez; Gafur’dur, günahları çokca bağışlar” (İsra Sûresi: 44) âyetinin tefsiri olan Ayetü’l-Kübra‘yı ve kâinat kitabının tılsımlarının çözüldüğü bütün Risâle-i Nur’u daha çok okuyup, mütalâa ederek doğru ve tefekkürî bakışı kazanır, her şeyde esmâyı okuyabiliriz.

Cenâb-ı Hak her bakışımızı tefekkür penceresinden olan hikmetli bakış eyleyerek, âdâtımızı ibadet haline getirsin, Allah’a emanet olun.

Bir başka Muhavere’de buluşmak temennisiyle…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*