Filistin’in hali, dünyanın vebali

Ey küresel sermayeyi elinde tutan, siyasî ve diplomatik güce sahip dünya devletleri!

Söyleyin bakalım; çare siz misiniz? Yoksa çaresiz misiniz?

Eğer çare siz iseniz, bu ateşi derhal söndürün, İsrail’i derhal durdurun! Eğer “çaresiz” iseniz, orada durun, başınıza gözünüze vurun ve kıyameti bekleyin!

Bugünkü İsrail devletinin, elinde bulundurduğu maddî ve siyasî gücü, teknolojiyi kendisine hasım gördüğü güçsüz ve masumları imha yolunda kullanması, yanına kâr kalmayacak, hem dünyada ve hem de ahirette akibeti vahim olacaktır.

Var olan diplomatik ve siyasî güçlerini kullanmayan ülkeler de bu vebalin ortağıdır. Filistin’in bugünkü hali ve İsrail’in bu zulmü karşısında dünya eğer çaresiz kalıyorsa, dünyanın sonu geliyor demektir.

***
Cenâb-ı Hakkın adaleti iki türlü tecellî ediyor.

Birisi: Hakkın hak sahiplerine tevzîidir. Herşeyi bir ölçü ve mizan içinde yerli yerine koymak şeklindedir. Yaratılan herşeye dikkatle bakıldığı zaman, her yönü ile ölçülü, dengeli ve yerli yerinde yaratıldığını görüyoruz.

Allah’ın (cc) ikinci tarz adaleti ise, haksız ve zalimleri cezalandırmak sureti ile tecellî ediyor. Bunun en açık misali, geçmiş kavimlerin inkâr ve azgınlıklarına karşılık, topluca helâk edilmeleri ve birtakım günah ve kusurlara karşı dünyada musîbet ve belâlara maruz kalmamız örnek olarak verilebilir. Ama yine de dünyadaki bu cezalar, suçun tam karşılığı olmadığı için, ahirette cehennem ile tamamlanacak. Yani, ikinci tarz adalet, bu dünyada tam tecellî etmiyor. Sebebi ise, ahirete havale edilmesidir. Bu da ahiretin varlığının delillerinden biri oluyor.
***
Kur’ân-ı Kerîm’de var olan dört ana esastan birinin de “adalet ve ibadet” olduğu bilinmektedir. Mutlak adalet ancak Cenâb-ı Hakk’a mahsustur. Kulların adaleti izafîdir, görecelidir. Adaletsizlik de yine kulların işidir. Yani bu insanoğlundan her şer ve her kötülük beklenebildiği ve görülebildiği gibi, adaletsizlik de insanlar tarafından işlenebilir ve işlenmektedir.

Hz. Ebu Bekir (ra) hilâfete seçildikten sonra yaptığı ilk konuşmada, güç ile hukuk ilişkisinin doğru ve âdil çerçevesini çizmiştir. Şöyle ki:

“Güçsüz olanınız (haklı ise) hakkını alıncaya kadar benim yanımda güçlüdür. Güçlü olanınız (haksız ise) kendisinden hak sahibinin hakkını alıncaya kadar benim katımda güçsüzdür.”

Gücün sözünü geçirdiği yerde hukuk işlemez, adalet de tesis edilmez. Gücün hukuka göre düzenlendiği yerde tek ölçü adalettir. Fatih Sultan Mehmed’in sıradan bir insan ile aynı safta muhakeme olmayı kabul etmesi, o nizamda hukuk ve adaletin sözünün geçtiğini göstermeye yetmişti.

Bugün Ortadoğu’nun ve İslâm Âlemi’nin liderliği dâvâsını güdenler, her şeyden önce hakkı ve adâleti gözetmelidirler. Kendi hayatında ve millet adına hak ve adaleti gözetmeyenler, başkalarına ne verebilirler ki?
***
İstanbul’da 18 Kasım 2007’de yapılan Bediüzzaman ve Adalet Sempozyumunda Prof. Dr. Şahin Akkaya şöyle diyordu:

“İnsanlık âlemini; bugün içine düştüğü adaletsizlikten, nezafetsizlikten ve şükürsüzlükten kurtarmak için, semavî din mensupları; insanları yaratılış ve fıtratları gereği olan ibadet ve şükre sevk etmek suretiyle; hem insanın kendisini, hem de toplumu huzur ve sükûna kavuşturmuş olacaklardır. Böylece âlem-i İslâm ve bütün dünyada, insanlığın irşadı için asrımızın Kur’ân tefsiri Risale-i Nur eserlerini kendilerine rehber edip, onları gelecek nesillere okullarda okutmaları lâzımdır. (…) Rabbimiz, nasıl bugünkü insanlık âlemine rahmetiyle bahşettiği medeniyet harikalarıyla, madde âleminde yolları kısaltmış; mâneviyat âleminde de, kaynağı sadece Kur’ân-ı Azimüşşan ve hadis-i şerifler olan Risale-i Nur’u bahşederek en kısa yolu göstermiştir.”

Sonuna yaklaştığımız Ramazan’ımızın, Kadir Gecemizin, Bayramımızın insanlık ve İslâm dünyasının sulh ve sükûna kavuşmasına vesile olması ve duâlarımızın devamı dileğiyle…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*