Fitne uyanınca…

alt

1970’li yıllarda Millî Eğitim Bakanlığı’nın üst düzey bürokratlarından birisiyle bir sohbet esnasında, İmam Hatip Liselerinin öğretime açılmasıyla ilgili olarak şu enteresan tesbiti dinlemiştik: “Bakanlık, herhangi bir İmam Hatip Lisesinin temelini atarken veya açılışını yaparken herhangi bir törene gerek duymadan yapardı.

Çoğu zaman bakanın kendisi dahi gitmeden, genel müdür, müsteşar veya müsteşar yardımcısı gider, sade bir törenle okulun temelini atar veya açılışını yapardı.” Bakanlığın neden böyle yaptığını sorduğumuzda da bürokrat; “Bizim zamanımızda da İmam Hatip Liselerine karşı belli çevrelerin alerjisi vardı. Onları tahrik etmemek için, diğer bir ifade ile fitneyi uyandırmamak için bakanlık böyle gösterişten uzak, sade törenleri tercih ediyordu.” dedi.

Basit gibi görünen böyle bir tedbire kararlılık ve samimiyet gibi hususlar da eklenince o zamanın hükümetleri kavgasız, gürültüsüz bir şekilde, sessizce yüzlerce İmam Hatip Lisesinin, onlarca İlahiyat fakültesinin, binlerce Kur’ân Kursunun açılmasını sağladılar.

Sonraki dönemlerde şu veya bu şekilde iktidara gelen ve dindar kimlikleriyle bilinen, “Dine ve dindarlara hizmet edeceğiz” iddiasıyla gelen siyasî kadroların belki de farkına varmadan, yanlış anlaşılmaya müsait olarak verdikleri ölçüsüz mesajlar sonucunda fırsat kollayan malûm şer odaklarının nasıl da harekete geçtiklerini ve bunun sonucunda da yıllar süren ve nice masraflarla ve emeklerle vücuda getirilen onca okulların nasıl da âtıl hale getirildiğini hep beraber yaşayarak gördük.  

Taksime bir cami yapılacak diye “İstanbul’u yeniden fethedeceğiz“ veya ”Bizim iktidarımızda rektörler başörtülü bacılarımızın karşısında saygı duruşuna geçecek” gibi benzeri bir sürü içi boş, lüzumsuz, tahrik edici ifadeler kullanılmasaydı; fırsat kollayan ifsat komiteleri milleti canından bezdiren 28 Şubat postmodern  darbesini yapabilirler miydi?

Tıpkının aynısı olmasa da bugün de benzeri bir süreci yaşıyoruz. Bilemiyorum, icra makamının tepesinde olan, elinde her yetkiyi bulunduran bir insanın herkese işittirecek bir şekilde; “Dindar bir nesil yetiştireceğiz“ demesinin bir faydası var mı? Söylediği bu sözün doğru olduğunu kabul etsek dahi, bu gibi beyanatların, bilinen bazı çevreleri rahatsız edeceğini, istenmeyen bazı istismarlara sebep olacağını bu sözü söyleyenin hesap etmesi gerekmez mi?

Yine bu meyanda, “Kimse bizden ateist yetiştirmemizi beklemesin… Tinerci bir gençlik yetiştirmemizi beklemesin” gibi ifadeler fırsatçılar açısından her türlü istismara açık ele geçmez durumlardır.

Bizim açımızdan da pek inandırıcılığı olmayan siyaseten söylenen beyanlardır. İçki ve uyuşturucu yaşının 12-14’lere indiği; her türlü kumarın şans oyunları adı altında açıkça oynandığı; içki satışlarının tavan yaptığı; zinanın suç sayılmaktan çıkarıldığı; her türlü pespaye dizilerin serbestçe oynandığı ülkemizde en yetkili kişinin; ”Dindar bir nesil yetiştireceğiz… Kimse bizden tinerci, isyankâr bir gençlik yetiştirmemizi beklemesin” beyanının bir inandırıcılığı olur mu? Onun “Modern dindar gençlik yetiştireceğiz” beyanı da ister istemez bazı soru işaretlerini akla getiriyor.

Netice olarak bir meslek, bir san’at olarak siyasetin bir sonuç alma, bir başarı elde etme işi olduğunu göz önünde bulundurduğumuzda, bu işi yapanların her türlü su-i zandan, her türlü istismardan uzak bir şekilde yapmaları gerekir. Ayrıca iş ve icraatlarda başarıyı elde etmenin en kısa, en kolay bir yolu da istenmeyen bazı polemiklere meydan vermemek için, çok fazla lâf ve beyanatlardan ziyade icraat ve uygulamalarda bulunmaktır. Serdedilen beyanlar uygulamalarla ispatlanmadığı müddetçe, Bediüzzaman’ın; “Siyasette lâfız mananın zıddıdır“ tesbitini doğrular.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*