Fitne ve fesada karşı uyanık olarak yola devam…

Risale-i Nur’larla müşerref olduktan sonra, kırk küsûr senedir onun ve üstadımızın; prensip, düstur ve yolundan ayrılmadan bugünlere geldik elhamdulillah. Tabii, bundaki en büyük âmil de; Her iki hayatımızın saadetine ve tanzimine sebeb olan Nur’lara tam intisabımızdır. Üstad Hazretlerinin şahane ve şimdiye kadar, seleflerinde (yani daha önceki âlim zatlarda) görülmeyen en büyük özelliklerinden biri, yazdığı eserlerinde daima muhatap olarak önce kendi nefsine hitab etmesidir. Geçmiş asırlardaki âlimlerin ”Ey oğul! Ey kâri! v.s “gibi hitaplarına karşı üstadımız, ”Ey nefis!, Ey kardeş!” diye tevazuunun sıcak dokunuşlarıyla hitap etmiştir.O hitap tarzlarıyla muhatap, kendini sanki üstad ile yan yana derste oturuyor zannetmiştir.

Tabii, üstad hazretleri bunları bilerek yapıyordu. İnsanın enesinin ve yaratılışının meyillerini iyi bildiğinden ve aldatmalara çok çabuk yakalanabildiğinden, “insanda en tehlikeli damar, enaniyettir. Ve en zayıf damarı da odur. Onu okşamakla, çok fena şeyleri yaptırabilirler.” diyerek,  yanlış ve hataya düşmemeleri için talebelerine daima prensip ve usuller va’zetmiştir. Şahısların hata yapabilme ihtimaline karşı da, şahsın “dâhi” de olsa, yanlış yapabileceğini belirterek, nazarları kendi şahsına da vermemiş, Risale-i Nur’lara bağlılık esasını tavsiye etmiştir. Çünkü nefislerin hüküm sürdüğü asrımızda, şahsın hata yapma ihtimaline karşı, zamanın cemaat zamanı olduğunu belirterek, ”beni değil, risale-i nurları dinleyiniz!” nasihatinde bulunmuştur.

Bu nurlu yolda eskiden beri yürüyenler bilirler ki, ifsad şebekeleri çeşitli hile, desise ve fitnelerle bu yolu kesmeye çalışmışlar. Ama elhamdülillah, üstadımızın altın prensiplerine sadık kalanlar, bütün badireleri atlatarak yollarına devam ede gelmişlerdir. Yıllardır; Her türlü nifak, fitne ve dessasane oyunlara karşı, üstad hazretlerinin yolundan ve prensiplerinden bir milim inhiraf etmeyen, başta rahmetli Zübeyir Gündüzalp ağabeyimiz olmak üzere, onun çizgisinden giden diğer ağabeylerimizin ferâsetleri, bunları temsil makamında olan şahs-ı manevi makamındaki Yeni Asya gazetemiz sayesinde bizler de aldanmadık.

Bu kadar uzun zaman içinde neler görüp, neler geçirmedik ki? Zaten üstad hazretlerinin vefatından sonra, rahmetli Zübeyir ağabey onun çizgisini aynen devam ettirdiğinden, öyle pek kimse ortaya çıkıp ta fitne hareketine tevessül edemiyordu. (bir-iki cılız sesi saymazsak) Ne zaman ki Zübeyir ağabey rahmetli oldu, hemen iftirak heveslileri rol almaya başladılar. Ve hedefe aldıkları ilk şey de Yeni Asya gazetesi idi maalesef. Biz bunlarla o yıllarda çok uğraştık. Daha sonra çeşitli şekillerde iftirak hareketleri oldu.1973 senesinde Emirdağ lahikasının 2. cildi neşredilince, üstad hazretlerinin imanî cihetini kabul edip, içtimaî ve siyasî görüşlerini adeta kabul etmeme durumuna girdiler. Ve en çok üzüldüğümüz şey de, bu tür hareketlerin çoğunlukla memleketim olan Ankara merkezli olmasıydı. Ve bu hadiselerin birçoğunda da biz, bizzat yaşayarak şahid olduk.

Tabi şer güçleri, her ihtilalden sonra cemaatimiz içine çomak sokarak, değişik taktiklerle, fitne hareketlerini devam ettirmişlerdir. Ve her ihtilalde değişik yol ve taktikler uygulamışlardır. Bu tuzaklara düşmeyen müteyakkız ve ferasetli ağabey ve kardeşlerimiz sayesinde her badire atlatılmıştır, atlatılacaktır İnşaallah!

Genellikle, hasım olduğunu anladığımız veya niyetinin açıkça belli olduğunu gördüğümüz hareketlere kolay tavır alabiliyorduk. Ama suret-i haktan görünüp, sanki hizmetlerimizin daha iyi olması için yeni gelişmeler bulmuş gibi, birtakım mantık oyunlarını, ‘ene’  lerin öne çıkarıldığı programlarla,”hasmını dost zanneder” edasıyla, yapılan fitnelerin, dost hareketi olduğu zannedilerek taraftar olunduğu bazı nev zuhur hareketler meydan alınca, yine (Allah onlardan razı olsun) ferasetli ağabeylerimiz tarafından fitne anlaşılarak bertaraf edilmeye çalışılmıştır. Hani üstad hazretlerinin “…Ben öyle mantık oyunları bilmiyorum, felsefe düzenbazlıklarına da kulak vermem…” dediği halde, bu sözler kaale alınmadan, mantık oyunları ve felsefe düzenbazlıkları ile hareket edenler, adeta aslın yerine başka şeyleri ikame etmeye teşebbüs ederek, -sanki- kıyamete kadar devam edecek olan düsturların altını oymaya, cemaatin genleriyle oynamaya çalışmışlardır. Eneleri, enelileri havaya uçurup ”sen neymişsin de biz farkında değil mişiz, sende ne cevherler varmış be! “diyerek, daha davasının künhüne bile tam vakıf olamayan insanları öne çıkarmaya çalışmışlardır.

Rahmetli Bayram Yüksel ağabeyin bir hatırası var diyor ki; “ Üstadımız Hazretleri bir gün bizi huzuruna çağırdı. Yani; Tahirî, Sungur, Zübeyir, Ceylan Ağabeyler ve ben âciz beraberdik. Bize hitaben: ‘ Evlatlarım! Üstad’ım Gavs-ı Azam Abdulkadir-i Geylanî (k.s) temessül edip gelse, dese ki: Said şimdi şu tarzdaki hizmetten vazgeç, talim edeceğim bu tarzdaki hizmete devam et, şu tazyiklerden, takiplerden kurtulacaksın ve her gün bir milyon şakirdin olacak!

Diyeceğim ki: Ey Üstad’ım! Gerçi sen benim üstadımsın, elini öperim. Bu tazyikler, takipler yüz derece ziyadeleşse, günde beni bir kişi de dinlemese bu tarzımdan vazgeçmeyeceğim. Çünkü bu tarzımı Üstad-ı Hakiki’mden ders almışım…

Sizler de benim mesleğimde gideceğinize, benim mesleğimden ayrılmayacağınıza yemin edin! Bu tarza sadık kalacağınıza, Kur’an-ı Kerim üzerine el basıp söz verin’ diyerek en aşağı 20 defa bizlere bu tarzda yemin ettirdi.

Biz de ağlayarak: ‘Vallahi billahi mesleğinizden ayrılmayacağız Üstad’ım!’ diye yemin eder, sonra da elini öperdik.

Üstad’ımız bizlere her vesileyle sadakat ve dikkat dersi verirdi. Bu konularda tahşidat yapardı. ‘Dikkat edin! Ben sizlerin nefsini itham etmiyorum, ama aldanabilirsiniz. Sizler herkesten çok dikkat etmeniz lazım. Hususan Risale-i Nur’un meslek ve meşrebine, benim tarz ve meşrebime sadık kalacaksınız!’ derdi. Bu hususta çok sık ders verirdi. Bilhassa Zübeyir Ağabey, Ceylan ve bana mükerrer ders verirdi.”

Dikkat ediyor musunuz ifadelere? Üstadımızın yolundan ve mesleğinden, klasik usulünden dönmek ve inhiraf yok! Eğer, risale-i nur hizmetine sebeb olacak herhangi bir şeye tevessül edilecekse de, meşveret ile ona karar verilip, aslın yerine ikame etmeden, ancak ona müteveccih hizmette kullanılabilecekse olur. Yoksa Nur’un mesleğine mugayir her şey bizim için müttehemdir. Nur’un matbuattaki sesi, Nurcuların dünyadaki tek gazetesi, cemaatimizin irtibatını sağlayan, adeta büyük bir lahika mektubunu da muhtevî olan şu Yeni Asya gazetesi dahi, esas vazifesinden inhiraf etse, o bile bizim için muteber olmayacaktır.

Üstadımızın metot ve prensipleri ışığında kıyamete kadar devam edecek olan bu nurlu yolda yürümek istemeyenler, ya kendilerine başka bir yol bulup, bizleri de rahat bırakacaklar. Ya da “bu tatlı ve büyük havuzda şahsiyet ve enaniyetlerini eriterek ”devam edeceklerdir. Bunun başka bir yolu olmasa gerek…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*