Fıtrî olan imanın nurunu istemek

Fıtratı insan, insanın yaratılışından, imtihana tabi oluşundan dolayı daima gayr-i müsbete, menfiliğe ve müsbete, güzelliği meyillidir. Çünkü Cenab-ı Hak insan nefsini yarattığı gibi yardımcılarını ve kışkırtıcılarını da, imtihanın daileri olarak şeytanları da yaratmıştır.

İnsan kulluğu ve imtihanı münasebetiyle Rabbinin karşısında nefsiyle, şeytanın arasındadır. İnsana böyle bir konumda yardımcı olacak ancak Rabbinin ihsanıyla sahip çıkabileceği imanıdır.

İman insanın her halinde ve yaşadığı her zamanında en büyük kurtarıcısı ve halaskarı olmuştur. Çünkü “İman, insanı insan eder, belki kâinata sultan eder.” İmanın nurunun insanı sarması, müteharrik bir güç olarak onu hareket ettirmesiyle insan ancak insan oluyor. Bu insanlığıyla, nurlanmış haliyledir ki insan; imanlı bir insan olma yoluna girer ve elde ettiği iman nuruyla yükselir. Ve kâinata sultan olur.

Asrın imamı Bediüzzaman Said Nursî: “Fıtratın şehadeti reddedilmez” diyor. Bizler, ehl-i iman ve ehl-i hizmet olup Kur’an hademeliğine talip olanlar; her halimizde, her tavrımızda, her amelimizde yaratılışımızın, fıtratımızın asıl gayesi olan Allah’ı tanımak ve O’nun emirlerine ubudiyetle, kullukla itaat etmek olan birinci vazifemizi yerine getirerek bu şehadeti, şahitliği doğru bir şekilde ve eksiksiz yapabilmeliyiz…

Bizler daima iyiliği, güzelliği, mükemmelliği bildiren ve bizatihi kendisi güzel olan Allah’ın ve imanımızın emirlerine, isteklerine boyun eğmeliyiz. Nefsimizi ve şeytanımızı imanımızın emirlerinin isteklerinin doğrultusunda susturabilmeliyiz.

Kur’an, İslamiyet ve iman insanlığı Allah’ın yoluna, Allah’ın fıtri olarak insana verdiği imanın nuruna yönelirken; nefis ve şeytanda isyana, itaatsizliğe ve günahlara yöneltir. Evet bu ahirzaman fitnesi, belası, musibetleri ve günahları hengamında Allah’ın, fıtraten meyilli olduğumuz emirlerine sarılan, inşaallah sırat-ı müstakim üzere hareket etmiş olur. Hem dünyasını hem de ahiretini mamur eder.

Bütün kâinata baktığımız zaman insan merkezli, fıtrî bir şekilde yaratıcıya şükür, hamd ve tesbih noktalarında ibadet etme, ubudiyette bulunma vazifesini yerine getirme gayreti  içerisinde görürüz. Eğer yaratıcıya ibaret etmemek gibi bir fikir düşünülürse bütün kâinatı abesiyete, yokluğa ve hiçliğe atmış oluruz. Bir zerre başıboş ve gayesiz olmadığını fıtratı gereği gösterdiği gibi bütün kâinatta başıboş olmadığını, fıtrî bir şekilde yerine getirdiği ibadet ve taatinin mükemmeliyetiyle göstermektedir.

Bizler daima Rabbimizden yaratılış fıtratımıza uygun imanın nurunu istemeliyiz ve imansızlığın kötü hallerini, karanlıklarını, zulmetlerini de istememeliyiz. Duamız, niyazımız, yalvarmamız ve yakarmamız bu olmalıdır. İnşaallah…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*