Gaybı bilmek, fal ve keşif

Gelecekten haber vermenin ve geleceği keşfetmenin adı olan falın meşrû ve gayrimeşrû yönlerine de işaret edelim.

Önce ve özellikle vurgulamalıyız:

• Gayb/melekûti, maddeötesi/metafizik görülmeyen, duyularımızla algılanmayan metafizik âlemle ilgili hakikatlerdir. Gaybı Allah’tan başkası bilemez. Öyleyse, bir kısım falcıların ve bazı âlimlerin tefeülle bir kısım gaybî haberler vermesi nasıl olur?

Gayb ikidir: Biri hakikî, diğeri izafî, göreceli gaybdır. Gerçek gaybı Allah’tan başkası bilemez. Peygamberler dahi, bildirilmedikçe bilemezler. Ancak şahadet âlemi ve melekût, gayb maddeötesi, mana âleminde bulunan görüntüler, sesler vardır. Bunlar kimimize göre gayb, kimimize göre ise zaman zaman ayan beyan olabilir. İşte, bunları algılamak, haberdar olmak mümkündür. Yani bazı hususlar bize göre gayb iken, melekût/mana/metafizik âlemde ilerleyen insanlar için gayb değildir.

• İnsanların geleceği ve hakikî gaybı bildirilmeden ve gösterilmeden bilmeleri ve görmeleri imkânsızdır. Keşfedilen/görülen/bilinen/işitilen şey, izafi/göreceli, yani bize göre olan gaybdır. Yoksa veli ve ariflerin, hatta bir kısım medyum veya falcıların gördükleri, bildikleri, gayb değil, gaybdan çıkıp şahadet âleminin değişik boyutlarına ayak basan ve bizim henüz muttali olmadıklarımızdır.

• Kimi zaman falcıların şahadet âleminde olup başkalarına göre gayb olan ve bilmelerinin mümkün olduğu bir-iki doğru haber/görüntü/ses uğruna, her şeyi görebilecekleri ve işitebileceklerine inandırmaları, hatta insanların merak ve zaaflarından istifade ederek şartlandırmalarıdır. Yarım yamalak bilgileri suiistimal ederek onları sömürü vasıtası yaparlar. Falın yasaklanmasının sebeplerinden birisi budur.

Fal, eskiden yazılı oklarla, günümüzde yıldız/kahve/bakla/iskambil kâğıdı, birtakım harf/rakam (her şeyde bir ölçü, bir denge, bir düzen vardır) ve işaretlere dayanarak izafi/göreceli gaybî meseleleri bilmek, görmek anlamaya çalışarak kişilerle ilgili yorumlar yapmaktır.
Elbette kahve, bakla falcılarından sokak falcılarına kadar derece derece suiistimaller de yükselir. Mesela bunlar kahve veya insanın avucuna bakarak güya geleceğini okuyarak şöyle derler:

“Sana yakında bir yolculuk görünüyor, uzun mu desem, kısa mı desem; çevrende bir düşmanın var, yakın mı desem, uzak akrabadan mı desem; hükûmetle bir işin var, büyük mü desem, küçük mü desem!…”

Şimdi düşünelim: Kim uzun veya kısa yolculuğu çıkmıyor, kim çevresindeki insanlardan bazılarıyla problem yaşamıyor, kimin hükûmetle işi yok?…

İşte, hepimiz için geçerli olan bu gerçeklerden hareketle el ve kahve falına bakarak bir şeyler söylerler. Medyum ve tarotçular işi biraz daha ileriye götürmüş, eğitim seviyesi yüksek kişileri etkileyen ve şartlandıran şarlatan falcılardır.

Mâide Suresi’nin 3’üncü ayetine göre, bir nevi gelecekten haber vermek olan her nevi falcılık ve bunlara inanmak haramdır, yasaktır.

Batı’da, Hıristiyanlık ile ilim arasındaki mesafenin açılmasıyla seküler hayatın topluma nüfuz etmesiyle mânevî boşluk doğmuş, akıl, ilim ve gerçeklerle ilgisi olmayan okültizm (bilinmezlik, gizlilik, sırlar) alanına itilmiştir. Böylece devreye kabala, gül-haç, tarot, simya, astroloji, spiritüalizm, kehanet, falcılık, ruh çağırma, vampirlik, büyücülük, numeroloji, cadılık gibi benzeri bâtıl inanışlar girmiştir. Özellikle cadılık, efsunculuk, üfürükçülük, sihribazlık meslekleri caziptir.-Doç. Dr. Selim Soylu, Zaman, 29 Mart 2003.

Bediüzzaman, bunların hakikatlerinin olmadığını izâh ve ispat ederek eğitim hayatını bu hurafelerden temizler.

Fal ile gaybdan haber vermenin ilgisini tesbit için, gaybın ne anlama geldiğine kısaca ele alalım.
Zaten fal ve tefeülün kelime anlamlarına baktığımızda meşrû ve gayrimeşru yönleri daha da berraklaşır.

İşte, onların bu haber verme, bilme işlerine “fal” denir.

Fal iki kısımdır:

1- Uğur, talih deneme, güzele yorma.

2- Gelecekte olacak şeyler hakkında bilgi sahibi olmak için başvurulan çeşitli hakikat harici yollar.

Tefeül ise, lügatte, “fal açma, fala bakma. Hayra yorma, uğur sayma, hayır isnat etme. Bir kitabı rastgele açarak denk gelen yeri okuma ve o kısmı uğurlu sayma” şeklinde tanımlanır.

Peygamberimiz (asm), “uğursuzluk” inancını reddederek, “En iyisi, uğurlu saymaktır, tefeüldür” buyurmuştur.

“Tefeül nedir ya Resulallah!”

“Herhangi birinizin duyduğu güzel, hayırlı bir sözdür.”1

Bediüzzaman, bir müceddit olması açısından, her şeyi doğru ve meşrû yönünü belirttiği, ortaya çıkardığı gibi, yukarıda naklettiğimiz âyet ve hadise dayanarak falın da meşrû ve gayrimeşrû yönüne işaret etmiştir. Barla Lâhikası’nda harflerle ilgili bir meseleyi izah ederken şöyle der:

“Mevsim değişmiş, harflerden çok hakikate ihtiyaç vardır. Gelecek yaza kadar muvakkaten o kapıyı ihtiyarımızla (kendi isteğimizle) çalmayacağız. Fakat o harflere ait beyanat ne derece hak olduğunu, Mevlânâ Câmî’nin Divan’ıyla kardeşlerimle tefeül ettik. Dedik: ‘Yâ Câmî! Bu hurufat-ı Kur’ânîye’ye (Kur’ân harflerine) dair beyan ettiğimiz nüktelere ne dersin?’

“Bir Fatiha okuyup falı açtık.

İşte başta fal şu geldi: Yani ‘Bu huruf öyle harf değildir ki, akıl ve idrak sayfasından gitsin… Öyle kutsi harf, öyle güzel şirin hat, daima kalbimin sayfalarında yazılmalı, silinmemeli.’

“Aciptir ki, bütün Divan’ında bu fala benzer mealde yazı göremedik. Demek bu fal, Hazret-i Câmî’nin kerametinden bir nebze oldu…”2

Zaten tefeül, eskiden beri ulema arasında kullanılan bir husustur. Bazı şeyleri ilhamen keşfetmek, ses ve görüntüleri kerametvari algılamak mümkün.

Dipnotlar:
1- Buharî, K. et-Tıp, 43-44; Müslim, K. Es-Selâm, 110.
2- Barla Lâhikası, s. 179.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*