Gelin canlar biz olalım

Siyasetçilerin çok sık kullandıkları bir cümle vardır: “Her zamankinden daha çok birlik ve beraberliğe muhtaç olduğumuz şu günlerde” diye başlar.

İman ve Kur’ân dâvâsının hizmetinde bulunanların ise, her zaman birlik ve beraberliğe çok ihtiyaçları vardır. Onun için Üstâd Hazretleri kardeşler arasında müfritâne irtibatı ve “ben” yerine “biz” olmayı şiddetle tavsiye etmiştir.

Bu kadar şiddetli tavsiye ve tahşidata rağmen, cemaat içinde tam bir ittifak, irtibat ve tesanüdün her zaman sağlanamadığını görüyoruz. Belki bunun da hikmetleri ve kaderî ciheti vardır, ama bize düşen, bu tavsiyelere uymak ve müfritane irtibatı sağlamaya çalışmaktır.

Bir cemaatin fertleri, bir kelime içindeki harfler gibidir. Bir harf, ancak bir sese işaret eder. Ama tek başına bir anlam ifade etmez. Ancak birden fazla harf bir araya gelirse, anlamlı bir kelime ortaya çıkar. Kelime içinde ise, bir harfin başka bir harfe üstünlüğü yoktur.

Bir cemaat, aynı zamanda bir vücut gibidir. O cemaate mensup olanlar da bu vücudun azaları hükmündedir. Her bir aza vücudun selâmeti için çalışır. Bir el diğerini kıskanmaz, bir göz öteki göze rakibane bakmaz. Ayaklar başa isyan etmez. Bütün azalar bedeni ayakta tutmak için çalışır. Çünkü beden olmazsa, bir azanın tek başına bir anlamı olmayacaktır.

İman hizmeti, cemaatin şahs-ı manevisi üzerine bina edilen bir hizmet metodudur. Fertler bu cemaat içinde birer harf, birer aza mesabesindedir. Eğer cemaat içinde her şahıs kendine göre bir hizmet metodu ile meydana çıkarsa, her kafadan bir ses çıkmış olur ki, bu da ahengin bozulmasına ve o hizmetin hezimete uğramasına yol açar. Onun için mesleğimizin esası meşverete istinat eder. Mesleğimizde şahıs değil, şahs-ı manevî vardır.

“Bu zaman, ehl-i hakikat için, şahsiyet ve enaniyet zamanı değil. Zaman, cemaat zamanıdır. Cemaatten çıkan bir şahs-ı mânevî hükmeder ve dayanabilir. Büyük bir havuza sahip olmak için, bir buz parçası hükmündeki enaniyet ve şahsiyetini o havuza atmaktır ve eritmek gerektir. Yoksa, o buz parçası erir, zayi olur o havuzdan da istifade edilmez.” (Kastamonu Lâhikası sh: 143)

Birey, şahs-ı manevî içinde bir anlam ve güç kazanır. Üç elif yan yana gelip omuz omuza vermesiyle yüz on bir kuvvetinde olduğu gibi, aynı gaye için aynı çizgi üzerinde ittihad edenler de kendi kuvvetlerinin çok üzerinde bir kuvvet teşkil ederek hizmette bulunabilirler. Bu zamanda iman esaslarına yapılan hücumlara, bu güç ile karşı durabilirler. Bu gücü elde etmek için herkesin, bir buz parçası hükmünde olan kendi şahsiyet ve enaniyetini, şahs-ı maneviyenin havuzuna atıp eritmesi şarttır. Ama, enaniyetini havuza atarken, poşete koymadan atmak şartıyla.

Mesleğimizde “ben” yok, “biz” vardır diyoruz. “Ene” yerine, “nahnü” demek gerektiğini söylüyoruz. Hizmet için birlik ve beraberliğin ne kadar önemli olduğunu dile getiriyoruz. Ne var ki, zaman zaman söylediklerimizle yaptıklarımız bir birini tutmuyor. “Biz olalım” diyoruz da, nerede bir araya geleceğimize karar veremiyoruz. Buluşma noktasını tesbit etmek konusunda ihtilâfa düşüyoruz. Kendi bulunduğumuz noktanın en doğru yer olduğunu, herkesin orada toplanması gerektiğini düşünüyoruz. Bir başkası da kendi bulunduğu yerin doğru yer olduğuna inandığı için, herkesi oraya dâvet ediyor. Böylece küçük küçük havuzlar ortaya çıkıyor. Belki de herkes kendi enaniyetinin bir havuz olduğunu kabul ediyor. Onun için de himmetler dağılıyor, hizmetler akamete uğruyor.

İttifakın önündeki en büyük engel enaniyettir. Öyleyse, “biz” olabilmek için önce “ben” olmaktan vazgeçmeliyiz. Erittiğimizi düşündüğümüz ve bir bardak su hükmüne getirdiğimiz enaniyetimizi bir havuz olarak kabul etmemeliyiz. Gerçek havuz, Risale-i Nur dairesinde, şahs-ı manevinin meydana getirdiği havuzdur. Toplanma noktası, hizmet üretilen mekânlardır. Yani nerede Risale-i Nurlar okunuyorsa, nerede Risale-i Nur ve Bediüzzaman Hazretleri anılıyorsa, bu hususlarda nerede bir panel, konferans, seminer gibi faaliyetler icra ediliyorsa, havuz oradadır.

Yazımızın başında da dediğimiz gibi, her zaman çok muhtaç olduğumuz birlik ve beraberliği sağlamak, “ben” yerine “biz” olabilmek için ihlâs ve uhuvvet dairesinde bir araya gelmek, Risale-i Nur havuzunda enemizi eritmek, haricî cereyanlardan uzak durmak ve Üstâdımızın şu ikazına kulak vermek zorundayız: “Sakın, sakın! Dünya cereyanları, hususan siyaset cereyanları ve bilhassa harice bakan cereyanlar sizi tefrikaya atmasın. Karşınızda ittihad etmiş dalâlet fırkalarına karşı perişan etmesin!” (Kastamonu Lâhikası, 88)

Birlik olalım

Gönülden gönüle muhabbet aksın,
Söyleşelim, hallerimiz bir olsun,
Gözler birbirine sevgiyle baksın,
Kenetlensin ellerimiz bir olsun.

Sevgi olsun içimizde çağlayan,
Uhuvvettir bütünlüğü sağlayan,
Bir çok bir var bizi bize bağlayan,
Ayrılmasın yollarımız bir olsun
Hâlıkımız birdir, Resûlümüz bir,
İbadetimiz bir, usûlümüz bir,
Toprağımız aynı, mahsulümüz bir,
Bahçemiz bir, güllerimiz bir olsun.

Yükseltelim bu hizmeti bir elden,
Ayrı ayrı ses gelmesin her telden,
Hep aynı perdeden, hep aynı dilden,
Konuşalım, dillerimiz bir olsun.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*