Gençliğim eyvah!

Yaşı ilerlemişti. Yaş itibariyle durduğu yerden maziye uzanıverdi hayalen… Gençlik yılları içinde yaşadığı hayatın değerlendirmesini yaparken “eyvah” demek durumunda kalmıştı.

“Neydi o günler!” diye iç geçirirken, “Keşke olmasaydı” diyerek de hayıflanıyordu. Pişmanlık duymuştu gençlikte bilerek veya bilmeyerek yaptığı hatalardan. “Ah! Keşke gençliğim geri gelseydi” sözü ışığında, günahların bıraktığı izleri silmeye yetecek miydi ömrü? Doğrusu çok pişmandı.

Nerede bir genç görse, gençlik yıllarında yaptığı hataların ışığında onlara nasihatta bulunurdu, “Biz yaptık pişmanız, siz yapmayın sakın” diyerek.

Gençliğinde yaptığı yanlışları bir an tahattür etti. Koca İstanbul şehrinde içine düştüğü çevresi onu kıskaca almış adeta bir bataklığa saplamıştı. Anadolu’dan İstanbul’a gitmezden evvel tertemiz bir delikanlıydı. İstanbul Samatya’da bulunan Bitlis Talebe Yurdu daha önce yaşadığı hayattan farklı ortamları çağrıştırıyordu. Maocular hâkimdi yurda… Bir başka yurtta kalan Lenincilerle savaş halindeydiler! Nerede yer alacaktı? Kürtçü gruplar etrafını sarmıştı. Kürtçe de bilmiyordu. “Bağımsızlık” naraları atanların arasında, Marksizmin çukurunda bulmuştu kendini…

Okumak, yüksek tahsil yapmak adına İstanbul’un yoluna revan olmuştu. Zekiydi, çalışkandı. Kaldığı Bitlis Talebe Yurdu’nda bir akşam üstü aldığı haber onu şaşkına çevirmişti. ‘Maocu ile Leninci gruplar arasında çıkan çatışmada bir Maocu ölmüştü’ haberi etrafa yayılmıştı.

O sene girdiği üniversite sınavında yüksek puan alarak Yıldız Teknik’e ön kayıt hakkını elde etmiş, sabahın erken saatlerinde fakülteye giderek kaydını yaptırmaya çalışmıştı.

Üniversite hareketliydi. Anarşi hareketlerinin ortalığı karıştırdığı bir gündü. Fatih’te Bolu Talebe Yurdu’nda kalmayı tercih etmişti. Babasından aldığı mektup bütün hayalini bozmuş, anarşi ve terör ortamında okumanın mümkün olmayacağını, bu vesileyle de memlekete dönmesini istiyordu babası.

Babasının yazdıklarına mukabil, tercihini babasının sözünü tutmaktan yana kullanmıştı.

İstanbul’da kaldığı yıllar içinde yaşadığı olumsuz hayatın izleri ruhuna hâkimdi. İnancı inkâr, “hak arama” mücadelesi “özgürlük savaşçısı” ve daha bir çok değerler eğitimini hiçe sayan bir anlayış ve inancın verdiği ruh yapısı onu asileştirmişti.

Uzun saçları ve pos bıyıkları ve geniş paçalı pantolonuyla İstanbul dönüşü babasının elini öpmeye hazırlanırken, babasının yüzüne yansıyan olumsuzlukla muhatap olmuştu. Tekrarla girmiş olduğu üniversite imtihanında öğretmen yetiştiren bir okula kaydını yaptırarak okumaya başlamıştı.

Muallim olacaktı…

Rahmetli babası evlâdının bu hali karşısında endişeliydi. “Oğlum” dedi, bir ara yüzüne bakarak “bu böyle olmaz” diyerek ekledi. Doğru bir istikamette yaşamasını arzu ediyordu oğlunun.

“Sözler” dedi. “O da ne?” der gibi mukabelede bulundu bakışlarıyla babasına. Azmi, iradeyi elden bırakmayan babası şefkatini esirgememişti oğlundan.

“Bana Nurcu denilmesini istemiyorum. Eğer öyle olursa ve bu şekilde yaşarsam ölmeyi tercih ederim” demişti oğlu.

“Allah’ım sen ıslâh et!“ diye duâ etmişti babası ona.

Eline tutuşturduğu Lem’alar kitabını alan oğul, kitabı bir anda odada bulunan cam büfenin üzerine fırlatıvermişti.

“Sözler”i vermekte ısrarlıydı babası, baba duâsı ile birlikte.

Aradan zaman geçmişti. Sözler kitabına yazılı şu satırlar onun kurtuluşuna vesile olmuştu.

“Nurcu” olmuştu.

İdealist biri olmakla birlikte çok zaman sonra muallim olarak atandığı Erzincan’da göreve başlamıştı. Akabinde gençler ve içinde öğretmenlerin de bulunduğu bir Nur dersinde kurtuluşuna vesile olduğunu ifade ettiği Nur’un satırlarındaki şu hakikatleri okuyordu.

“Birgün yanıma parlak birkaç genç geldiler. Hayat ve gençlik ve hevesat cihetinden gelen tehlikelerden sakınmak için tesirli bir ihtar almak istediler. Ben de, eskiden Risale-i Nurdan medet isteyen gençlere dediğim gibi, onlara dedim ki:

Sizdeki gençlik katiyen gidecek. Eğer siz daire-i meşrûada kalmazsanız, o gençlik zayi olup başınıza hem dünyada, hem kabirde, hem ahirette kendi lezzetinden çok ziyade belâlar ve elemler getirecek. Eğer terbiye-i İslâmiye ile, o gençlik nimetine karşı bir şükür olarak, iffet ve namusluluk ve taatte sarf etseniz, o gençlik manen baki kalacak ve ebedî bir gençlik kazanmasına sebep olacak.

Hayat ise, eğer iman olmazsa veyahut isyan ile o iman tesir etmezse, hayat zahiri ve kısacık bir zevk ve lezzetle beraber, binler derece o zevk ve lezzetten ziyade elemler, hüzünler, kederler verir. Çünkü insanda akıl ve fikir olduğu için, hayvanın aksine olarak hazır zamanla beraber geçmiş ve gelecek zamanlarla da fıtraten alâkadardır. O zamanlardan dahi hem elem, hem lezzet alabilir. Hayvan ise, fikri olmadığı için, hazır lezzetini, geçmişten gelen hüzünler ve gelecekten gelen korkular, endişeler bozmuyor.” (Sözler, s.133)

“Eyvah gençliğim!” dememe adına…

İşte böylesine bir hakikat “Sözler’in sözleri…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*