Gönül kardeşlik ister, çay bahane…

Bir Pazar sabahı…
Günlerden bir gün değil…
Öylesine bir gün hiç değil…
Sanki kaybettiğimiz bir gün…

Bugün, onu bulmuşuz gibi içimiz kıpır kıpır.
Yer gök neşemize ortak.
Yapraklar sararıyor… Ama güneş hâlâ ısıtıyor.
Eylül’ün son haftası.

Uzun Çarşı’mızın daracık sokaklarından kıvrıla kıvrıla geçiyoruz. Ortalık ayak seslerimizi duyacak kadar sakin. Her pazar sabahı yolumuzu gözleyen dostlar mekânı Çaycı İsmail kardeşimizin yerinde, Furkan Çayevi’ndeyiz. Yorgunluğumuzu alçacık taburelere bırakıyoruz.

İsmail Bey’in titizliğine hayranım. Gelen, hemen bunu hisseder. Yerler sulanmış, etraf tertemiz. Burada bambaşka bir hava var.

Kahvaltımız çay, simit, zeytin ve peynirden ibaret. Bir lezzet var ki o sofrada, sormayın gitsin…

Tanıdığım bir ihtiyarın sözünü hatırlıyorum:

“Evlâdım, mekânlar insanlarla güzeldir. İnsanın olmadığı yerler, boş bir bedendir.”

Bilmem bu mekânı niye seviyorum… Çocukluğumdan hatıralar ve izler taşıdığı için mi acaba? Çünkü az ötede ilk namazlarımı kıldığım ve Kur’ân-ı Kerim’i okumayı öğrendiğim Ağa Camii var. Hemen arka sokakta ise amcam gömlekçi Cavit’in dükkânı vardı. İlk çıraklığımı bu dükkânda yaşamıştım. Yine sünnet hediyesi olarak getirdiği Peygamberler Tarihi ile bana okumayı sevdiren Terzi Abdurrahman Ağabey’in dükkânı da karşımda. Kırk sene öncesinin hatıraları şimdi karşımda duruyor. O kadar yakın ki, hayretteyim…

Dostlar ve hatıralar bir arada…
Nasıl rahmet okunmaz ki burada?
İsmail kardeşimin, ne kahvesini, ne de çayını size tam olarak anlatamam. İçmeyen bilemez. Gelin, siz de bir gün misafir olun, bana hak verirsiniz. Resimlik bir manzara ama tam ifade edemeyeceğim…

Mehmet Âkif Ersoy’un kızı Suat Ersoy, kendisiyle yapılan bir röportajda, babasının ayrıntıyı kullanma gücüne şu ifadelerle dikkat çeker:

“Babam resim yapmazdı. Fakat bir yeri gördükten sonra orayı, ya da konuştuğu bir kimseyi anlatmasını dinlerseniz, bunları görür gibi olurdunuz. O kadar ayrıntıyı içine yerleştirirdi.” (Gösteri, Aralık 1986, no: 73 s. 28-29)

Keşke bu manzarayı size böyle bir ayrıntı ve dikkat ustasının kaleminden çıkmış gibi anlatabilseydim, ama ne gezer… Ârife işaret yeter. Bu manzaranın eksik kalan yerlerini hayalinizden siz tamamlayın lütfen.

İnsanın gönül huzuru oldu mu, ne çeşme başında içtiği suyu unutuyor, ne de dostlarla birlikte yaptığı bir kahvaltıyı.

Işıltılı soframızda tavşankanı çaylarımızı yudumlarken, yanı başımızdan bir ses yükseldi: “Kardeşim, bana bir çay!” Bu sesin sahibine doğru dönüp, “Aman Allah’ım, bu ne güzel bir sesleniş böyle…” dedim. Bu ses ve bu ifade, beni yıllar öncesine götürdü.

Merkez ortaokuluna başladığım ilk günlerde, okulun kalabalık koridorlarında üst katın merdivenlerini adımlarken, arkamdan “Kardeşim” diye bir ses duymuştum. Hiçbir yakınlığımız olmamasına rağmen bu çocuğun bana “Kardeşim” diye hitap etmesinden tarif edilmez bir mutluluk duymuştum. “Kardeşim, bana bir çay” diyen bu sesi de yıllar önceki o sese benzettim. Ne kadar müşfik bir sesti bu. Ben yıllarca unutmadım o sesi. Ruhuma nakşolmuş âdetâ. Tam kırk sene sonra, bana “Kardeşim” diye seslenen o çocuğu bulup—İsmi Suat’tı—ona bu hatırayı anlatmış, kendisine gecikmiş olan teşekkür borcumu ifa etmiştim. O bunun farkında bile değildi. Ama bu ses benim kulaklarımda hâlâ çınlar durur. Ben bu hatırayı anlatırken, yanı başımızdaki genç, gülümseyen bir yüzle ve heyecanla dinliyordu beni. Bir dost daha kazandık bugün…

İnsanlara ismiyle hitap etmek ne kadar güzelse, “Kardeşim” diye seslenmek de, belki ondan daha da güzel. Yanına bir şey koymaya gerek yok. Sadece bu tek kelime bile karşınızdaki insana verdiğiniz değeri anlatmaya yetiyor.

İnsanın hakikî kardeşine bile neredeyse “Kardeşim” diyemediği, selâmların azaldığı, âdetâ seçerek verildiği bir dünyada bu sesin üzerimizdeki etkisini böyle uzun uzun anlatmamı çok görmeyin lütfen.

Üstâd’ın Muhâkemat’taki bir cümlesini meâlen nakletmekte yarar görüyorum: “İnsanın sesinden nefesi, nefesinden nefsi anlaşılır.” İnsan dilinin altında gizlidir. Ruh dünyasının izleri, söylediği kelimelere yansır.

Evet, yeri gelmişken bir Asr-ı Saadet hatırasını sizlerle paylaşmadan geçemeyeceğim:

Bir gün Hz. Ömer (ra), umre yapmak için Peygamberimiz’den (asm) izin istedi, Peygamberimiz (asm) de ona bir şartla izin verdi:

“Kardeşim, beni duâlarında unutma.”

Hz. Ömer (ra) der ki: “Resulullah’ın (asm) bana ‘kardeşim’ demesinden duyduğum sevinci, bütün dünyaları bana verseler duymazdım.” (Bir Gül Demeti, s. 338)
Bir mâni olmazsa hemen her Pazar bu güzel mekânda çaylarımızı yudumluyor, sohbetlerimizi yapıyor ve duâlar edip ayrılıyoruz.

Burası ferahladığım ender mekânlardan biridir benim için. Rabbim buradaki sohbetlerimizi ve duâlarımızı daim kılsın inşallah.

Pazar günleri epeydir kâbus olmaktan çıktı. Bu mekândaki birkaç saatlik beraberlik bile günümüzün rengini değiştiriyor. “Gün nasıl başlarsa öyle gider” sözü burada gerçeğe dönüyor. Kimi hayatı seyreder, kimi de yaşar. Biz hem yaşayan, hem de seyredenler oluruz inşaallah. Hele de hayatı okuyanlar, hayatlarını okuyarak dolduranlar ise, gerçekten hayatı dolu dolu yaşayanlardır.

Her yaşın hakkını, yaşadığımız her yılın hakkını vermek gerek.
***
Prof. Dr. Sabahattin Zaim Hoca, bir gün Sultanahmet tramvay durağında hocası Nurettin Topçu’yu görür. Elini öper.

“Hocam, maşallah yıllar sizi hiç yıpratmamış.” der. Moral versin diye söylenen sözler, Topçu, Zaim Hoca’nın neşesini kaçırır, yüzü bulutlanır ve üzüntüyle cevap verir:

“Ya öyle mi? Hâlbuki her yaşın hakkını vermek gerekir! Demek ki biz yaşımızın hakkını verememişiz.” der.

Rabbim yaşadığı günlerin ve yılların hakkını verenlerden eylesin inşallah.

Bu sabah da, bu mekândan son çaylarımızı yudumlayıp, duâlarla ayrılırken dilimizden şu mısralar dökülüyordu:

Gönül, ne çay ister ne çayhane,
Gönül muhabbet ister, çay bahane…
***
Bediüzzaman Hazretleri, Kur’ân-ı Kerim’de geçen “Mü’minler kardeştir; siz de kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’tan korkun ki rahmete erişesiniz.” (Hucurât, 10) âyetini Yirmi İkinci Mektub’da çok harika bir şekilde tefsir eder ve ders verir. Risale-i Nur’un değişik yerlerinde “kardeşim” kelimesinin 378 defa geçtiği dikkate alınırsa, bu konunun ne kadar da önemli olduğu anlaşılır.

Rabbimize sonsuz hamd-ü senâ ve Efendimiz’e sonsuz salât-ü selâm ile…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*