Güçlü olmalısın, üstün olmalısın, cesur olmalısın!

altEvet, insan güçlü olmalı. Zira eşref-i mahlûkat olarak yaratılmış, en güzel ve en üstün istidatlarla donatılmıştır.

Bu özelliğinden dolayı yer yüzüne halife olarak tayin edilmiştir. Zayıf, güçsüz, âciz bir halifeye kimse biat etmek istemez. Kendinden biraz güç ve kuvvet hisseden, o halifeye başkaldırır, isyan çıkartır. Onun için insanın güçlü olması, sağlam durması, irade ve inisiyatif sahibi olması gerekir.

Güç deyince, kaba kuvvet, şiddet, tekebbür, tahakküm mal, mülk, servet şöhret gibi şeyler akla gelmemeli. İnsan gücünü imanından, haktan, adaletten alırsa, hakiki mânâda güçlüdür. Yoksa, çevresindeki insanların çokluğundan, silâhlarının dehşetinden, güç alıyorsa, o aslında güçlü değil, âcizdir. Bu acziyetini örtmek için kaba kuvvete başvururur.

İnsan güçlü olmalı, zira düşmanları pek çoktur. İnsi ve cinni şeytanlar, nefis, çeşitli müsibetler, muarızlar, şerler ve şerliler, insanı alt etmek için fırsat kollar. Hayatın ağır şartları, hastalıklar, musibetler, insanın yolu üzerine pusu atmış vaziyettedir. Diğer taraftan ecel, kabir, berzah hayatı, mahşer ve sırat köprüsü, insanı beklemektedir. Bütün bunlara karşı insanın çok güçlü olması, her zorluğa karşı koyabilecek bir kuvvete istinad etmesi gerekmektedir. İşte o kuvvet, iman kuvvetidir. Bediüzzaman Hazretleri, iman kuvvetinin insana kazandırdığı gücü şu şekilde ifade eder: “ İman hem nurdur, hem kuvvettir, hakiki imanı elde eden kişi, kâinata meydan okuyabilir.”

İnsan aynı zamanda üstün olmalıdır. Üstün olmalı ama, üstünlük taslamamalıdır. Üstünlüğü başkalarına hükmetmek, onları ezmek ve zulmetmek amacıyla kullanmamalıdır. Zira üstünlük, tekebbürde değil, tevazudadır. İnsan tevazu ile eğildikçe yükselir. Üstün insan, üstünlüğü ile altındakileri ezmeye, onlara zulmetmeye tenezzül etmez. Hem de üstünlük, takva iledir. Cenab-ı Hak üstün insanı şöyle tarif eder: “ Doğrusu Allah katında sizin en üstün olanınız, en takvâlı olanınızdır.” (Hucurat Sûresi, 13)

Peygamber Efendimiz (asm) de, Veda Hutbesinde insan arasında ayırım yapmanın, üstünlük taslamanın ne kadar yanlış olduğunu şu sözleri ile ifade etmiştir: “Arabın Arap olmayan üzerine bir üstünlüğü yoktur. Arap olmayanın da Arap üzerine bir üstünlüğü yoktur. Siyah derili olanın beyaz derili üzerine bir üstünlüğü yoktur, beyazın da siyah derili üzerine bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük sadece takvâ iledir.” O halde üstün olmak isteyen takvaya sarılmalı.

İnsan cesur olmalıdır. Cesur olmayanlar, esir olmaya mahkum olurlar. Esaret deyince, sadece topraklarını kaybedip düşman eline düşmek akla gelmemelidir. En acı esaret, nefsin ve şeytanın esiri olmaktır. Gerek dünyevi düşmanların esiri olmaktan, gerekse nefsin şeytanın esiri olmaktan kurtulmak için cesur olmak şarttır. Ama cesaretin kaynağını doğru tesbit etmek şartıyla. Cahil cesaretiyle hareket etmek, insanın esaretini kolaylaştırır. Bediüzzaman Hazretleri, cesaretin doğru kaynağını şu ifadelerle gösteriyor: “Her hakiki hasenat gibi cesaretin dahi menbaı, imandır, ubudiyettir. Her seyyiat gibi cebanetin (korkaklığın) dahi menbaı dalalettir.”

Güçlü olmak için de, üstün olmak için de, cesur olmak için de, istinat edilecek yegane kuvvet, ancak iman kuvvetidir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*