Gün gelir hesap döner

Bütün darbeciler gibi, 12 Eylül 1980 darbesine imza atanlar da gün gelip kendilerinin yargılanmak isteneceğini her halde düşünmemişlerdir.

Düşünselerdi yine darbe yaparlar mıydı? Muhtemelen yaparlardı, ama bu kadar ‘cesur’ davranmayabilirlerdi. Onları ‘cesur’ davranmaya iten sebep, hesap vermeyeceklerine olan inançlarıydı. Zaten bunu temin etmek için 1982 anayasasına kendilerini koruyacak geçici maddeler koymamışlar mıydı?

12 Eylül 1980 darbesine imza atan üst seviye komutanlardan hayatta olan ikisiyle ilgili mahkeme başladı. Her ne kadar ‘sanık’lar sağlık bahanesiyle mahkemeye katılmamış olsalar da yargılama başladı. Bir iki duruşmaya katılmamak onlar için geçici bir çare. En nihayet sanık sandalyesine oturacakları anlaşılıyor. Peki, o sandalyeye oturduklarında ne diyecekler? Onları savunan avukatları, mahkemenin yetkisiz olduğunu iddia etmiş. Niye böyle düşünüyorlar? Elbette ki, 1982 anayasası ile kendilerini yargılayamayacak bir sistem kurduklarına inandıkları için.

12 Eylül 1980 öncesi ve sonrasını yaşamayanlar için bu yargılamaları anlamak kolay olmayabilir. Ama o dönemde yaşananlara şahitlik edenler için darbecilerin yargılanması çok anlamlı. Tabiî ki sadece iki kişinin yargılanması yetmez. Bunlar da yargılansın, ama darbeye destek veren başka isimlerin de yargılanması icap edecek. Keşke, mahkeme önüne çıkacak olan darbeciler, kendilerine destek olan ve belki de teşvik eden ‘sivil giyimli’ darbecileri deşifre etse.

Şu bir gerçek ki, içeriden ya da dışarıdan destek görmeyen bir darbenin başarılı olması mümkün değil. Aynı şekilde her darbe, kendisini destekleyen ‘silâhsız kuvvetler’le devam edebilir. 27 Mayıs 1960 ve 12 Eylül 1980 darbesi de, zihnen darbeci, ama sivil giyimli merkezlerden ciddî destek almıştır. Bilhassa 27 Mayıs 1960 darbesinde dönemin ana muhalefet partisinin ‘teşne’ olmasının büyük payı vardır. 12 Eylül 1980 darbesine de sağdan ve soldan ‘muhakeme-i akliyeden noksan’ pek çok kişinin katkısı olmuştur.

Darbecilerin en büyük bahanesi, ülkenin anarşi ortamına sürüklenmiş olmasıydı. Ne gariptir ki bunun suçlusu olarak siyasetçiler gösterildi. Peki, anarşiyi önlemesi gereken asıl kişiler, elinde silâh olan devlet görevlileri değil miydi? Eğer devlette bir iş bölümü varsa ‘düşman’a ya da anarşiye karşı milleti savunması gereken her halde siyasetçiler değildi. Siyasetçilere düşen görev, elinde silâh olanların teröre karşı ihtiyaçları karşılamaktı ve 12 Eylül öncesinde bu noktada bir sıkıntı olduğunu, ihtiyaçların karşılanmadığını darbeciler bile iddia etmedi!

12 Eylül sonrasında darbecilere karşı mücadele verilirken kullanılan cümlelerden biri de “Keser döner sap döner,/ Gün gelir hesap döner” şeklinde olanıydı. Darbeciler bu sözden çok rahatsız olurlardı, ama doğrusu hesap gününün geleceğine de pek inanmazlardı. Gayet pişkin bir şekilde siyasetçileri suçlayıp, onları “tencereyi pisletmekle” itham ederlerdi. Şimdi ise yaptıklarının hesabını vermek durumundalar. Mahkeme önüne çıksınlar ve eğer yaptıkları işin doğru olduğundan eminseler, “Attığımız imzaların arkasındayız” desinler. Yoksa, mahkemeye çıkmamakla bir yere varabileceklerini düşünmesinler.

Şu da var ki, bu mahkemede kendilerini savunup ‘haklı’ bile çıksalar; başta 12 Eylül darbecileri olmak üzere bütün darbeciler millet nezdinde mahkûm olmuşlardır. Nereden mi belli? Her darbe sonrası yapılan hür seçimlerde darbeciler ve darbecilerin destekledikleri anlayış kökten kaybetmiştir. Ve kaybetmeye de devam ediyorlar. İnşallah bundan sonra da kaybetmeye devam ederler… Çünkü onların kaybetmesi milletin kazanması demektir…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*