Günahların mahiyeti ve önemsememenin tehlikesi

Risale-i Nur Külliyatı’nda, bu asırda her insana yüzlerce, binlerce günahın her an hücum ettiğine dikkat çekilir. Gerçekten de bugünkü hayat şartlarında pek çok hadisede, ortamda, temas edilen, alâka kurulan şeylerde günahlarla ve olumsuz durumlarla karşılaşmamak hemen hemen imkânsız gibi.

Mü’min insan için günaha düşmenin çeşitli sebep ve yolları vardır. En yaygın olanları şöyle sıralamak mümkündür:
İnsanın nefsine esir düşmesi.
Arkadaş, komşu, dost hatırını kıramayıp onlara tâbi olması.
Kendinden menkul “mecburiyetler!” ihdas edip çıkarması.
Medeniyet, günün gereği, makamın gereği ve moda gibi bahanelere yenik düşmesi.
“Bir seferden bir şey olmaz!” aldatmacasına kanması… vb.

Tabii ki bütün bunların bir çoğu meşru ve caiz değildir. Ama insanlar; “çağın gereği, işin gereği, şartların gereği, mecburiyet!” gibi maalesef meşrû olmayan bahane, gerekçe, kendini kandırma ve kılıf uydurmalarla esir düşebilmektedir. Neticede küçükten başlayan ve gittikçe büyüyen günahlara rahatlıkla girilebilmektedir.

Sosyal bir varlık olan insanın bugünkü hayat şartları, günlük faaliyetleri, iş ve vazife gereği “irade dışı” günahlarla karşılaşmaması mümkün değil. Burada önemli olan, irademiz haricinde bize gelen günah ve menfîliklerin “mecburiyet” gibi yorumlarla meşrû kabullenilmeyip onlarla “ülfet” peyda edilmemesi, icra edilmemesi ve onlardan kaçınılmasıdır. Bu konudaki bir başka tehlike ise, günah konusundaki hassasiyetin ve şuurun kaybolmasıdır. Bu da “müptelâlığı” netice verir ki bu tehlike çok daha büyüktür.

Büyük olsun, küçük olsun, günahların—Allah korusun—hafife alınması veya önemsenmemesi; o fiili işleyen kişiyi “küfürle” karşı karşıya getirebilir. “Evet, günah kalbe işleyip, siyahlandıra siyahlandıra, tâ nur-u imanı çıkarıncaya kadar katılaştırıyor. Herbir günah içinde küfre gidecek bir yol var. O günah, istiğfarla çabuk imha edilmezse, kurt değil, belki küçük bir mânevî yılan olarak kalbi ısırıyor.” (Lem’alar, 2. Lem’a, 1. Nükte) tespiti olayı net olarak ortaya koyuyor.

İnsanın, yaratılışı ve fıtratında var olan yapı ve disiplin gereği, herhangi bir günah veya kötü harekete en ufak bir yol ve taviz vermesi, akıl, kalp ve his dünyasında geri dönülmez tahribatlara yol açabilir. Buna iki çarpıcı örnek vermek istiyorum. Meselâ, İslâmiyette şakadan da olsa “talâk” yani boşama kelimesinin kullanılmasına hiçbir şekilde cevaz ve izin yoktur. Kezâ “alkollü içkiler” ve “uyuşturucu” gibi yasaklanmış maddelerin hiçbir şartta, hiçbir şekilde en küçük bir “denemesine” bile asla cevaz ve izin yoktur. (Tıbbî durumlar müstesna.) Bunun yanında dinî farzların yerine getirilmesinde de-–yine özür durumları ve şeriatın koyduğu kesin sınırlar hariç-–erteleme ve yapmama olmaz.

İnsanın psikolojisi, fıtratı ve yaratılış özelliği gereği özellikle yanlış icrâ ve teşebbüslerin, bünyede durdurulamaz bir tahribatı ve yerleşmesi söz konusudur. His, hayal, hafıza, damar, asap, nefis, zevk… vb. duyguların her birisinin kendine has özelliği ve algılaması vardır. Bu konunun ince detayını bilmeyen masum insanlar maalesef çeşitli sebeplerle; meselâ arkadaş teklifi, ilân, reklâm, medeniyet, moda, günün şartları, gençliğin gereği, (şahsî) mecburiyet… vb. adlar altında gayri meşrû hallere düşüp günah işleyebilmektedirler.
İşte bütün bunları en güzel şekilde izah eden, formüle eden ve tehlikeye işaret eden Üstad Bediüzzaman’ın bir başka tespitine göz atarak konuyu bağlayalım:

“Mâsiyetin (günahların) mahiyetinde, bilhassa devam ederse, küfür tohumu vardır. Çünkü o mâsiyete devam eden, ülfet peyda eder (alışkanlık haline gelir), sonra ona âşık ve müptelâ olur. Terkine imkân bulamayacak dereceye gelir. Sonra o mâsiyetinin ikaba mûcip olmadığını (cezayı hak etmediğini) temenniye başlar. Bu hâl böylece devam ettikçe, küfür tohumu yeşillenmeye başlar. En nihayet, gerek ikabı (azabı) ve gerek dârü’l-ikabı (azap yurdu; cehennemi) inkâra sebep olur. Ve keza, mâsiyete terettüp eden hacâletten (günahın ardından gelen utanma duygusundan) dolayı, o mâsiyetin mâsiyet olmadığını (günahın günah olmadığını) iddiâ etmekle, o mâsiyete muttali olan (bilen) melekleri bile inkâr eder. Hattâ şiddet-i hacâletten (şiddetli utanmaktan) yevm-i hesabın [hesap gününün] gelmeyeceğini temenni eder. Şayet yevm-i hesabı nefyeden ednâ bir vehmi bulursa (hesap gününü inkâr eden küçük bir şüpheyi bulursa), o vehmi kocaman bir bürhan addeder. (delil kabul eder.) En nihayet nedâmet edip terk etmeyenlerin kalbi küsufa tutulur (kararır), mahvolur, gider. El-iyâzü billâh!” (Mesnevi-i Nuriye, Habbe, s. 107/8, yeni: 203)

Evet bu sözün üzerine başka söz söylemeye gerek yok. Cenâb-ı Hak bu mübarek günler hürmetine bütün ehl-i imanı ve ümmet-i Muhammed’i (asm) her türlü günahtan muhafaza eylesin. (Âmin).

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*