Günümüzün bir marazı: Gıybet!

Hem “Kardeşim” diyeceksin, hem kardeşini yiyeceksin. Anlaşılmaz bir durum! Ciddî ciddî insanlardan, en önemli yerlerde gıybetin en âlâsını işitmek sürpriz değil, vakıa.
Kardeşinin hakkında, karındaşının aleyhinde arkasını döner dönmez her şeyler söyleniyor.
Dedikodu, çekiştirme “olağan” olmuş sanki.

Sen-ben meselesi ise, hiçbir zaman bitmiyor.
Bir toplumu selâmete sevk etmesi beklenen kimselerden helâkete götürecek davranış; sergilenen görüntü itibariyle, buna pervasızca yaklaşım bir yasağın en önemli ihlâli.
Bir kimsenin ya da kimselerin aleyhinde incitici, küçültücü söz ve davranışlar gıybettir.
Peygamber Efendimiz (asm) bir kişiyi kendinde bulunan kusurlarla anmanın gıybet olduğunu, kendisinde bulunmayan bir kusuru ona isnat ederek aleyhinde konuşmanın ise iftira (bühtan) sayıldığını bildirmiştir. 1
Bu husus Kur’ân-ı Kerîm’de: “Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerinin arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinizin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksinirsiniz. O halde, Allah’tan korkun”  2 ifadeleriyle zecr ediliyor, yasaklanıyor.
Âyet-i kerîmede zandan kaçınmamız, kusur arayıp ayıpları deşmememiz ve gıybet etmememiz istenmiştir. Çekiştirilen kimsede, anlatılan kusur bulunsa bile, bunun anlatılmasının caiz olmadığı Hz. Peygamberimiz (asm) tarafından açıklanmıştır.
“Demek, zemm ve gıybet aklen, kalben ve insaniyeten ve vicdânen ve fıtraten ve asabiyeten ve milliyeten mezmumdur (aşağılanmıştır, ayıplanmıştır)”. 3
Gıybetin yapılması gibi dinlenilmesinin de haram olduğu bildiriliyor.
Ne kadar zor haldeyiz!
Ah, şu dil bir dursa; şu göz, kendine bir dönse…
İki insan bir araya geldiğinde, üç beş kelâmdan sonra iş gıybete giriyor. Atılıyor tutuluyor, yapılıyor bozuluyor. Hiçbir konu olmasa bile, siyaset kâfi gelir. Bu, iki insan arasında olduğu gibi topluluklarda, toplantılarda da aynen zuhur ediyor. İşin vahim tarafı, “bilenlerle bilmeyenlerin bir olmayacağı” hususunu bile bile oluyor!
Bu konuda mazerete mahal yok.
Sözle olduğu gibi yazıyla, ima yoluyla, işaret ve taklid gibi davranışlarla da yapılabilen 4 gıybete mümkünse engel olmak; 5 bunda bir zarar doğurma ihtimali bulunuyor ve bu mümkün olmuyorsa, gıybetin yapıldığı meclisi terk etmek; 6 bu da mümkün olmazsa gıybete karşı bir hoşnutsuzluk duygusu içinde başka şeylerle meşgul olmak gerekir. Allah (cc) hepimizi affetsin! “Hayâ örtüsünü atan kimselerin arkasından konuşmak” 7; bir de, tarif için bir kusurdan bahsetmek gıybet olmuyor. Ağır bir bedel ödemeye maruz kalmamak için, bunların dışındaki her kelâma dikkat etmek gerekir.
Hz. Enes’den (r.a.) rivayet edilen bir hadis-i şerifte Efendimiz (asm) şöyle buyuruyorlar:
“Aziz ve Celil olan Rabbim beni Mi’rac’a çıkardığında demirden tırnaklarla, yüzlerini gözlerini tırmalayan bir topluluğa rastladım. Cebrail’e (as) dedim: ‘Bunlar kimlerdir?’ Şöyle dedi: ‘Bunlar gıybet ederek insanların etlerini yiyen ve onların şereflerine dil uzatanlardır.’”  8
Böylesi ağır bir tablo karşısında, İslâm âlimleri gıybetten dolayı tövbe etmenin farz olduğunu kabul etmekle birlikte, ayrıca gıybet edilen kimseyle helâlleşmenin de gerektiğini bildirmişlerdir.
Söz konusu olan şahıs ise, bu, böyle.
Peki, gıybet edilen, “şahıslar”sa ne olacak halimiz?
Bu illetten ikrah ettir yâ Rabbi!

Dipnotlar:

1- Tirmizî, “Bir”, 23.
2- Hucurât Sûresi,12.
3- Said Nursî, Sözler, 345.
4- Nevevî, el-Ezkâr, 34.
5- TDV İslâm Ans., 14: 64.
6- En’âm Sûresi, 68.
7- Camiü’s-Sağîr, 4: 1550 (Beyhaki’nin Sünen’i).
8- A. g. e., 4: 418 (Müsned, 3: 224).

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*