Gurbette bayram

Hayalin hakikatin maverasına sıçrayışını mutlaka yaşamışsınızdır. Hayâl edemediklerimizi yaşamak… Belki de sürat ve harikalar asrının özellikleri…

Köln için Almanya’nın mukaddes şehri diyorlar… Berlin başkent olmadan önce “Gizli pay-ı taht” dedikleri Köln’e “mukaddes şehir” deyimi yakışmıyor da değil. Meşhur Dom kilisesinden Kardinalliğe, Protestan kilisesinin ehemmiyetli bir merkezinden Türkiye Diyanetine ve diğer Türkiye orijinli dinî cemaatlerin merkezlerine kadar. Bütün bunların Köln’e toplanmaları “heilige stadt” tabirini yakıştırmaya sebep olmuş.

İşte bu ‘mukaddes şehre’ binlerce insan Avrupa’nın muhtelif yerlerinden “Nur sevdasıyla” koşup gelmişler. Bazılarının kucağında on günlük taze goncaları olduğu halde… Gözleri tam görmese de kulakları Kur’ânın lâfız ve mânâlarıyla tanışsın diye gencecik ebeveynlerin ellerindeki sepetlerde Saidler ve Nurlar olduğu halde yüzlerce kilometreden gelmişler. Diğer taraftan tüm rahatsızlıklarına rağmen Remagen’den gelen Kırıkkaleli Şeref Amcaya… Hatta hayat hareketlerinin yarısını kaybetmiş Pötürgeli Cevat Karakaş’a kadar… Yediden yetmişe tabiri bu bayramdaki manzarayı izahta yetersiz kalıyor…

Garibüzzamanın vefat yıldönümü münasebetiyle düzenlenen toplantı da garip… “Tesettürün” dinî ve hukukî boyutlarının ilim adamlarınca tartışıldığı panelin dinleyicileri de farklı coğrafyalardan gelmeleriyle ayrı bir gariplik sergiliyorlardı: Suriye, Arnavutluk, Bosna, Fas, Yunanistan ve Türkiye orijinli Müslümanların yanı sıra Alman asıllı Hıristiyan dinleyiciler de bu garipliğe bir başka gariplik kattılar. Türkçe ve Almanca yapılan konuşmaların yaklaşık üçbuçuk saat sabır içinde takip edilmesi Prof, Oebbecke’nin de garibine gitmişti.

Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi hocalarından Prof. Mehmet Erdoğan “Böyle güzel ve garip bir manzara ile karşılaşacağımı hiç düşünmemiştim” diyordu.

Garibüzzaman Almanya’nın ‘mukaddes şehri’ Köln’de yedi günlük bebelerle birlikte doksanlık nineler yine dersine topladı. Evet bu hal bir gariplik arz etse de, çok güzel bir gariplik olduğunu hepimiz kabulleniyoruz.

Toplantının çok boyutluluğu da dikkatten kaçmıyordu. Aylardır, belki yıllardır görüşemeyenlerin hasret gidermelerinin yanısıra “İslâmî kültürün” küçük bir fuar alanı haline gelen büyük salondaki hummalı faaliyetler ayrı bir şevk unsuru. Bilhassa hanımların göznuru sergileriyle Anadolu damak zevkini arz eden ikramları takdire şayandı.

Kur’ân’ın ve Risale-i Nur’un ruhuna uygun bir şekilde ortaya konulan müzik ziyafeti, dinleyicileri zaman ve mekân dışına uçurdu. İstanbul’un güzîde tasavvuf musîkisi topluluğundaki udî, neyzen, bendirzen, kanunî ve bağlama ustalarının takdimi, hakikaten dünya içinde yeni bir dünyaya bizi taşıdı. Yemen ellerinden Tuna boylarına, Yunus’tan Üreğilli Hasan Feyzi’ye, Sümmanî Babadan Aşık Kuddûsî’ye kadar asırlarca ve onbinlerce kilometre birbirinden uzak diyarlar, sesler ve simalar… Uzak diyarlar da, vadilerden ve ovalardan akan melodilerin “Tevhîd denizine” dökülüşünü seyreden Avrupa Nur Cemaati hakikaten heyecanlandı. Bilhassa Güney Avrupalıların hazırladıkları mekân musikinin icrasına daha uygun olunca, nerdeyse Böblingen kongre salonu; ney, ud ve def sesleriyle cezbeye kalkan eski dergâhlara dönüşüyordu… Abdullah kardeşimizin Resulullah sevgisini seslendiren yedi dakikalık sinevizyon programı da, gurbetteki bayrama güzel bir nokta teşkil etti.

Yazımızı sunucularımızın—Ahmet ile Muhterem—Kutlular Ağabeyin açış konuşmasını müteakiben yaptıkları duâ ile bitirelim: “Rabbimiz daha nice seneler bu şekilde, daha geniş mekânlarda bu bayramı birlikte idrak etmeyi nasib eylesin.” Âmin… Âmin.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*