“Güzel örnek” olunabilse…

Konuşmaktan çok, fiil ve hareketlerle ‘güzel örnek’ olmanın daha faydalı olduğu kabul edilen bir gerçektir. İnsanlar arasında ‘güven’in kaybolması, güzel sözler söylenmesine rağmen güzel örnekler ortaya konulamamış olmasından değil mi?

Bilhassa ‘dine hizmet etmek’ gayesiyle yola çıkanların bu meselede daha hassas olmaları gerekir. Nitekim, İslâm ülkelerini ve buralardaki bazı uygulamaları tenkit edenlerin, dindar bilinen ‘şahıs’ların hatalarından yola çıkması da bundandır. Herkes hata işleyebilir, ama ‘temsil’ makamında olanların hata işleme lüksü de yok. Çünkü onların hataları şahıslarıyla sınırlı kalmayıp; dine, dindara ve İslâma mal edilmeye çalışılır…

Yeri gelmişken hemen ifade edelim ki, “Müslüman işadamları”nın da bu noktada çok ağır bir sorumluluğu vardır. İşçinin alın teri kurumadan çalışmasının karşılığını vermeyen, hukukî haklarına saygı duymayan, çalışanlarını “gayr-i Müslim işadamlarının işyerinde çalışmayı arar” hâle getirenler büyük vebal altındadır. İsim ve resim itibarıyla “Müslüman işadamı” olup da “kötü örnek” olmak yoluyla insanları “din”den soğutanların vay haline!

Türkiye ve dünyanın birçok yerinden ilim adamını bir araya getiren Türkiye Ehl-i Sünnet Alimler Birliği (ESAB) 1. Şûrâsı’nda da “güzel örnek olunması” gündeme taşınmış. İstanbul Eyüp’teki Bahariye Mevlevihanesi’nde düzenlenen ve Türkiye’nin farklı illerinin yanı sıra İran, Irak, Pakistan, Mısır, Cezayir, Suriye, Afganistan başta olmak üzere çok sayıda ülkeden 20’den fazla ilim adamının katıldığı toplantıda konuşan (Suriyeli âlim) Abdulgani Haznevi “İslam âleminin uzun süredir Allah’a sığınılacak yönetimler altında yaşadığına” dikkat çekmiş ve bu durumun sebebinin “ilim adamlarının hâl ilminden ayrılıp kal ilmine önem vermesidir” demiş.

İslam âleminde yaygınlaşan ahlâk ve maneviyat tahribatını engellemenin ancak toplumsal dönüşümle mümkün olacağını söyleyen Haznevi, “Alimlerimiz konuşmaktan öteye örnek davranışlarıyla model olmalıdır” diye konuşmuş. (AA, 8 Haziran 2013)

“İslam âleminin uzun süredir Allah’a sığınılacak yönetimler altında yaşadığı” tesbiti de çok önemli. Ki bu tesbit sadece Şeyh Abdulgani Haznevi tarafından yapılmıyor. İlim adamları, sosyologlar ve yeri geldiğinde siyasetçiler de bunu ifade ediyor ki, İslâm ülkelerinin yöneticileri ile o ülkede yaşayan insanlar arasında bir uyumsuzluk var… Yöneticiler ile halkın arası ekseriyetle iyi değil. Yöneticiler, yönettikleri halkı dinlemiyor. Yöneticiler ekonomik anlamda “birinci sınıf” hayat yaşarken, millet belki de “üçüncü sınıf” hayat tarzı yaşamak durununda kalıyor.

“Alim”lerin “hâl ilmi”nden ayrılıp “kal ilmi”ne yapışmış olması da çok acı. Aslında problemlerin sadece konuşmalar ile halledilmeyeceğini tecrübe ortaya koymuş ve “Lafla peynir gemisi yürümez” denmiştir. Buna rağmen bazı “alim”lerimiz sadece konuşmayı tercih ediyor. Elbette konunuşulacak, ama konuşmalar, sözler ve beyanlar “hayat tarzı” ile, “fiillerle” desteklenmedikçe bir netice alınabilir mi?

Meşhur hadisedir: Çocuğun birisi, bal hastası imiş. Ana-baba, çocuklarının bu alışkanlığını önleyebilmek için her çareye başvurmuş, ama nafile. İmam-ı Âzam Ebu Hanife Hazretlerine gitmişler. İmam-ı Âzam; çocuğu almış karşısına, dönmüş ana-babasına. “40 gün sonra gelin” demiş. 40 gün geçtikten sonra İmam-ı Âzam Hazretleri’nin huzuruna tekrar gitmişler. İmam-ı Âzam, çocuğa bakmış ve “Bundan sonra bal yeme evlâdım!” demiş. Anne-baba bakmış ki bal hastası çocuk, artık bal sürmüyor ağzına. Tekrar gitmişler İmam-ı Âzam’ın huzuruna. “Nedir bunun hikmeti?” diye sormuşlar. İmam, “40 gün önce, ben de bal yiyordum. Önce kendi nefsimde denedim bal yememeyi. Kendim başarınca; sözüm de tesir etti evlâdınıza!” demiş.

Bu hassasiyetin yüzde birini günümüz âlimleri, siyasetçileri, gazetecileri, öğretmenleri yapsa işler daha kolay düzelmez mi?

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*