Haccac-ı Zalim (661-714)

İslâm tarihine “zalim” lâkabıyla girmiş ve bu lâkabıyla meşhur olmuş Emevî valisidir. Risâle-i Nur’da; “Sakif kabilesinden biri dava-yı nübüvvet edecek ve bir hunhar zalim zuhur edecek.” (Mektûbat, s. 106) meâlindeki hadis-i şerifte işaret edilen “hunhar zalim”in Haccac olduğu belirtilmektedir. Emevîler’e körükörüne bağlı olması ve her emri tereddütsüz yerine getirmesinden dolayı kendisine, “köpek yavrusu” anlamına gelen “Küleyb” denilmiştir.

Ölüm haberini alan alimler, adet olduğu üzere ölüler için rahmet dilendiği halde kendisi için rahmet dilememişlerdir. Künyesi Ebu Muhammed Haccac bin Yusuf bin Hakem es-Sekafî şeklindedir.

Haccac, 661 yılında Taif’de doğdu. Hem anne hem baba tarafından Sakif kabilesinin Ahlaf koluna mensuptur. Muaviye’nin halifeliği sırasında doğduğu için Emeviler döneminde yetişti. Kabilesi ile Emeviler arasında mevcut olan sıkı bağlılık ve ilişkiler bu dönemde de devam etti. Haccac’ın kabilesi, çok kısa süren II. Muaviye’nin halifeliğinden sonra Mervan bin Hakem’in seçiminde etkili oldu.

Haccac, halifeliğini ilân ettikten sonra Hicaz bölgesinde bunu devam ettiren Abdullah bin Zübeyr’in üzerine gönderilen iki bin kişilik ordunun başına kumandan olarak tayin edildi. Karargâhını Taif’te kurdu ve ilk etapta Mekke’ye giden yolları keserek şehri dolaylı yoldan abluka altına aldı. Şehre gıda sevkıyatının yapılmasını önledi. Bir süre sonra beklediği beş bin kişilik destek ordusunun gelmesinden sonra Mekke’yi kuşattı. Kuşatma altı aydan fazla sürdü. Kuşatma devam ederken Abdullah İbn Zübeyr bir huruç hareketi neticesinde şehit oldu. Bu olay neticesinde dokuz yıldır sürdürmüş olduğu halifeliği de son bulmuş, diğer taraftan Emeviler, Hicaz bölgesinde de hakimiyetlerini sağlamış oldular. Akabinde Haccac Hicaz, Yemen ve Yemame’ye vali olarak atandı.

Haccac, burada üç yıl valilik yaptıktan sonra Irak’a tayin edildi. Daha önce bu bölgede Hazret-i Ali taraftarları ve Hariciler sık sık Emevîler’e karşı isyan ediyorlardı. Emevîler bu isyanlardan ötürü büyük sıkıntılar çekmekte olup, orduları da mağlup olmaktaydı. Haccac, çok sert tedbirlere başvurarak kontrolü sağlamaya çalıştı. Muhaliflere destek çıkan Hicaz valisi Ömer bin Abdülaziz’in görevden alınmasını sağladı. Daha sonra yetkileri ve valilik yaptığı alan genişletildi. Yirmi yıl boyunca Irak ve doğu illerinin valiliğini yaptı.

Haccac, ömrü boyunca Emevî saltanatı için çalıştı. Bütün gücünü devletin düzeni için harcadı. Aynı zamanda kendisi de Emevîler’in “Mervanî” kolunun büyük desteğini gördü ve onlar tarafından kollandı. Gerek Ehl-i Beyt ile mücadelelerinde, gerekse iç isyanlarda hep Emevîler’e sadık kaldı. Hatta hiçbir zaman onların sözünden dışarı çıkmadığından ve onlara aşırı bağlılığından dolayı, köpek yavrusu anlamına gelen “Küleyb” lakabıyla anıldı (İrfan Aycan; “Haccâc b. Yûsuf es-Sekafî”, TDVİA., 14. C., s. 427). Aralarında Enes bin Malik’in de bulunduğu çok sayıda kişiye zulmetti. Çok sayıda kişiyi katletti. Zor kullanarak kendisine biatı sağladığı gibi, bundan vazgeçenlere de dinden çıkmış gibi muamelede bulundu.

Emevîler’in büyük hatalarından birisi Müslüman oldukları halde Araplarla diğer milletler arasında ayırım gözetmeleridir. Müslüman oldukları halde Arap olmayan ve diğer milletlere mensup bulunanlar “Mevali” olarak adlandırıldı. İşte Haccac, Müslüman oldukları halde, Araplardan alınmayan cizye ve haracı bunlardan aldı. Bu durum Müslümanlar arasında büyük hoşnutsuzluklara sebebiyet verdi.

Peygamber Efendimiz (asm) bir hadis-i şerifinde; “Sakif kabilesinden biri dâvâ-yı nübüvvet edecek ve biri hunhar zalim zuhur edecek” (Mektubat, s. 106)şeklinde gaybî bir işarette bulundu. Bediüzzaman Hazretleri, hadiste geçen, “hunhar zalim” tabiri ile Haccac’ın kastedildiğini belirtmektedir. Çok sayıda mü’minin kanını akıtan Haccac Sakif kabilesine mensuptu. Nitekim büyük bir İslâm kahramanı olan Abdullah ibn Zübeyr’in şehit edilmesinden sonra Haccac’ın yanına giden Esma bint Ebubekir; “Resul-i Ekrem Sakif’ten bir yalancının, bir de bozguncunun çıkacağını haber vermişti; gördük ki, yalancı Muhtar es-Sekafi imiş, bozguncu da sensin” dedi.

Haccac, yönetimi sırasında çok sert tedbirlere başvurup insanları öldürürken, alimlere karşı da aynı tavrı takındı. Nitekim meşhur hadis ve tefsir alimi olan Said bin Cübeyr’i bile öldürmekten çekindi. Ömrünün sonuna doğru büyük ruhî bunalım yaşayan Haccac, ölümünü isteyecek kadar büyük sıkıntıların içine düştü. Dayanılması güç hastalığa duçar oldu. Özellikle şiddetli mide ağrıları çekti. Bu elem ve ızdıraplar içinde öldü (714). Ölümünü haber alan İslâm alimleri kendisi için rahmet dileğinde bulunmadılar. Ölümüne sevinenler olduğu gibi, hal ve hareketlerinin kendisinden sonrakiler tarafından devam ettirilmemesi ve son bulması için duâ ettiler. Mezarının tahrip edilmesinden çekinildiği için, ulaşılması güç ve sarp bir yere gömüldü.

Kelam ilminin büyük alimlerinden olan Sadeddin-i Taftazani’nin, “Yezid’e lânet caizdir” ifadelerini aktaran Bediüzzaman; Haccac-ı Zalim, Yezid ve Velid’in ismini zikrederek Taftazani’nin sözlerine açıklık getirmektedir: “Haccac-ı Zalim, Yezid ve Velid gibi heriflere ilm-i kelamın büyük allamesi olan Sadeddin-i Taftazani, ‘Yezide lânet caizdir’ demiş; fakat ‘Lânet vaciptir’ dememiş, ‘Hayırdır ve sevabı vardır’ dememiş. Çünkü, hem Kur’ân’ı, hem Peygamberi, hem bütün Sahabelerin kudsî sohbetlerini inkâr eden hadsizdir. Şimdi onlardan meydanda gezenler çoktur. Şer’an bir adam, hiç mel’unları hatıra getirmeyip lânet etmese, hiçbir zararı yok. Çünkü, zem ve lânet ise, medih ve muhabbet gibi değil, onlar amel-i salihte dahil olamaz. Eğer zararı varsa daha fena…” (Emirdağ Lahikası, s. 178). Buradan hareketle, tarihe mal olmuş, ölmüş insanların yaptıklarını hata-sevaplarıyla ortaya koyduktan sonra özellikle küfürle itham konusunda çok dikkatli davranmak ve Mahkeme-i Kübra’da her şeyin hükmünün verileceğini unutmamak gerekir.

Risâle-i Nur’da dikkat çekilen hususlardan birisi de, “Yezid, Velid, Haccac-ı Zalim gibi zalemenin ve Ebu Müslim-i Horasani’nin tahakkümü ve Emeviler’in inkırazından sonra Abbasilerin tam takarruruna kadar” geçen zamanın İslâm tarihinde “fetret devri” olarak kabul edilmesidir. Bediüzzaman, bu fetret devrinin Emevîler ile Abbasilerin hâkimiyet devresinden düşüldükten sonra, geriye beş yüz yıllık Arap hilâfetinin kaldığını, bu sürenin de “Eğer ümmetim istikamet üzere giderse ona tam bir gün vardır. Aksi halde ancak yarım gündür” hadisinde işaret edilen “yarım gün”e denk düştüğünü belirtmektedir. Zira, “…Rabbinin katında bir gün, sizin hesabınıza göre bin yıl gibidir.” (Hac; 47) âyetinden anlaşılacağı üzere, hadiste geçen “tam gün” bin yıldır. Bu süre Arapların ve Osmanlının toplam hilâfet süresidir. “Yarım gün” ise yukarıda işaret edilen fetret devri düşüldükten sonra Arapların hilafet süresine tekabül eder. (Bediüzzaman Said Nursi, Lem’alar, On sekizinci Lem’a, Yeni Asya Gazetesi Neşriyatı, İstanbul 2001, s.199).

Haccac’ın küçük yaşta Kur’ân-ı Kerim’i ezberlediği ve kardeşi ile birlikte Taif’te bulundukları tarihlerde çocuklara Kur’ân-ı Kerim’i öğrettikleri rivayet edilmektedir. Zalim, cebbar, kan dökücü sıfatlarla anılan Haccac’ın Kur’ân-ı Kerim’in harekelenmesi ve noktalanması faaliyetleriyle de ilgilendiği nakledilmektedir. Önemli vasıflarından bir tanesi de iyi bir hatip olmasıdır. Irak’a vali tayin edildikten sonra okuduğu hutbe Arap edebiyatının örnek metinleri arasında sayılmaktadır. Ancak, müspet faaliyetleri kötü şöhretinin çok çok gerisinde kalmış, inancını hal ve hareketine yansıtmadığından ötürü ümmetin nazarında itibar görmemiştir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*