Hacerü’l-Esved’e ulaşamamak…

Image

Hacerü’l-Esved, siyah taş, kara taş. Cebrail’in (as), Hz. İbrahim’e (as), Kâbe-i Muazzama’nın inşaası için cennetten getirdiği mukaddes taş. Hz. Peygamber’in (asm) öptüğü ve ondan sonra da ümmetin, bu sünnet-i Resûlullah’ı (asm) yerine getirmek için öpmeyi âdet ettikleri taş.

Hac farizası için buraya gelen Müslümanlar; onu öpmek için, ona el sürmek için, Hz. Peygamber’i (asm) hatırlamak için, adeta birbiriyle yarışır. Tabiî bu yarışı güzelce yapmak gerekir.

Hacerü’l-Esved’i öpebilen veya elini süren hemen orayı terk edip, diğer Müslüman kardeşlerinin de onun feyzinden istifade edip, aynı güzelliği yaşamasına imkân vermelidir. Ama maalesef bazıları taşa yapışıp bırakmıyor. Burada dengeyi kaçırmamak, Hz. Peygamber’i (asm) bu konuda da rehber almak gerekiyor. O taşa haddinden fazla teveccüh edilirse, ölçü kaçırılmış olur. Bunun idrakinde olmayan, o taşa yaklaşabilip de, bir türlü bırakamayanlar yüzünden diğer Müslümanlar, maalesef Hacerü’l-Esved’e yaklaşamıyor, lüzumsuz ve hoş olmayan manzaralar meydana geliyor.

Cenâb-ı Hak, bize de hacca gitmeyi nasib etmişti çok şükür (gitmeyenlere, gidemeyenlere de nasib eylesin Rabbimiz inşâallah!) Otuz üç gün kaldığımız Mekke-i Mükerreme’de kırk defa Kâbe’yi tavaf etmeyi nasib eylemişti. Her tavaf esnasında Hacerü’l-Esved’e el sürmek için (öpmek mümkün değildi) çok gayret ettik, ama anlattığımız sebeblerden dolayı çok zor bir şeydi bu. Bir sevap kazanacağım diye, lüzumsuz bir günaha girme ihtimâli de vardı.

İşte bu yüzden mümkün olmayan bu işe, bir gün hanımla gittiğimiz tavaf esnasında, durumun müsait olduğunu gördük. Hanım “Benim o kalabalığa girmem zor. Sen, ne de olsa erkeksin, her şeyini bana bırak, ben burada oturup seni bekleyeyim, bari sen el sür” dedi. Biz de o aşk ve şevkle kalktık ve hemen yaklaşmaya başladık. Normalde çok izdiham yok gibi görünüyordu, ama Hacerü’l-Esved’e yaklaştıkça bir girdap meydana geliyordu. Azimliydik, inşâallah ulaşacaktık, ama iyice yaklaşınca, insanların birbirine yapışmış gibi birlikte hareket ederek o tarafa doğru, anafora girmiş gibi iradeleri dışında sevk edildiklerini müşahede ettik. Baktım olacak gibi değil, merkeze yaklaştıkça, neredeyse insanlarla tek bir vücut gibi gideceksin. Olmadı, olamadı! Sür’atle zincirden kopup ayrıldım. Geriye çekilerek, hem teessüre kapıldım, hem de iki damla göz yaşıyla, ellerimi Hacerü’l-Esved’e doğru açarak niyaz ettim: “Ya Rabbi! Bizi bizden iyi bilen Sensin. Çok istedim ama olmadı, niyetimizi olmuş gibi kabul et!” dedim ve hanımın yanına doğru gittiğimde yüzümdeki ifadeyi gördü, o da şaşırdı. “Ne oldu?” dedi. Ben de hadiseyi anlattım. “Bir sevap kazanacağız diye bu mübarek belde de günaha girmeyelim diye kaçındık” dedim. O da üzüldü tabiî, otele geldik. Biraz istirahat için yattık.

Bir rüya gördüm. Aman Allah’ım, o da ne öyle? Eskimo evlerine benzer bir fırının önündeyim. İki kapağı var, içinde de bir Arab ekmek pişiriyor, fakat o ekmek Hacerü’l-Esved taşıymış. Ben de almak için kapağın önüne geliyorum. Ekmek küreğiyle elime vurup beni uzaklaştırıyor, şaşırıp üzülerek kenara doğru çekilirken, diğer kapağı açıp bana “Gel!” diye işaret ediyor. Hemen gidiyorum, ama benden başka kimse yok. Bu sefer bana tebessüm ederek, ekmeğe benzeyen Hacerü’l-Esved’den bir parça koparıp veriyor. Nasıl seviniyorum. “Aman Allah’ım!” diyorum. “Kâbe’deki o fiilime karşı bana nasıl muâmele ettin” diye, ama uyanıyorum hemen. Hem sevinç hem de gözyaşıyla, mübarek beldede görülen o rüya bize teselli veriyor. Demek ki niyet-i hâlisemizle, çok istememize rağmen ulaşamadığımız, el süremediğimiz Hacerü’l-Esved’e, rüya âleminde de olsa ulaştırıp, hem de elimize takdim ettirip, bizi teselli etmişti Rabbimiz…

 

Image

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*