Haddimizi bilmek, Hâlıkımızı bilmektir…

Kâinatta her yaratılmış mahlûk mükemmeldir. Varlık âlemine getirilen her varlık noksansızdır. Yaratılış gayeleri ve sebepleri de her yönüyle, her şeyiyle harikadır.

İnsanın diğer yaratılmış varlıkların içinde yaratılması ve yaşatılması ise muhteşem, muazzam bir faaliyet ve hayat hareketidir. Kâinatı ve insanı yaratan ezelden ebede hayatlarını ve rızıklarını dizayn eden Zat-ı Hâlık-ı Zülcelal-i Vel ikram ise mukayesesiz, eşsiz, benzersiz, bimisil muazzez ve mukaddestir.

Rabbimizin mukaddes vücudu ve varlığından  yaratıklar içinde insanı mükerrem kılması ve zerreden yıldızlarara kadar makamatları ihsan etmesi kudret ve rızıklandırma ile gerçekleşen yaratılış mu’cizesi içerisinde ayrı bir ikram, hususî bir ihsandır. Mukaddes bir varlığın, yaratıcının kâinatta ki muhatabı, kulu ve ahseni takvimi olabilmek ise insanların, dindarların, Müslümanların ve mü’minlerin intihab edilerek, seçilerek mükerrem kılınması ise Cenâb-ı erhamürrahimin lütuf ve ihsanından başka birşey değildir…

İkram ve izzet sahibi Cenâb-ı Hakkın kâinatta ki hiçbir yaratılmışa ihsan etmediği özelliklerdeki vücudumuzun, cismimizin, bu vücuda takılmış bütün duygularımızın, organlarımızın, azalarımızın bu fani, geçici dünya ve dünya hayatı için verilmiş olduğunu düşünmek ve zikretmek, söylemek insan olan insana yakılmayan büyük bir hata olur. Bizi, bize takılmış hiçbir şeyi temlik etmemiz, mülkümüz gibi düşünmemiz mümkün değildir.

Bizlere bizlerin istifadesi için takılmış ve verilmiş olan ibahelerin yanlış kullanılması da mümkün değildir. Hele hele vereni, takanı inkâr sûretiyle O’na sırtların dönülmesi ise şirk olduğu gibi hakikatı halde de günahı geçemeyen en çirkin bir hareketten başka bir hal değildir. Kim bu konuda bir yanlış ve eksik iş yaparsa ancak ve ancak mutlak manada kendisine maddî, manevî zarar verir, başka bir hamhaldir.

İnanmayanların elbiselerine bürünmek, onların günah libaslarını giymek mü’mine, Müslümana yakışmaz. Kendimizi idare etmekten aciz olduğumuz bir zaafiyet ve noksanlıklar içinde; adeta zaifliğimizi, fakirliğimizi haykırmak adına Allah’ın verdiği her türlü vücudî nimetini temlik etmek, sahiplenmek cahilliğine düşmek zavallığından Rabbimiz bizi muhafaza etsin inşaallah. İşte bu noktada ilim lâzım. Kur’ânın ilmi, ilimlerin şahı ve padişahı iman ilmi…

İlimle elde edilmiş bilgiler, özellikle de iman ilmiyle kazanılan bilgiler; bizleri cehalet bataklıklarından olduğu kadar dalâlet, küfür, inançsızlık ve imansızlık cereyanlarından, hal ve tavırlarından kurtaracak yegâne, tek tercihimiz, kurtarıcımız  olacaktır.

Daima cehaletiyle hakikat duvarlarını yıkan insana, cahil ve kendini bilmez, haddini bilmez insana kâinattaki ihsan edilen, ikram edilen vücudî şeyler verilseydi muhakkak ki idaresini de onun eline vermek gerekecekti. Bu gerekçe ise Rahmet-i İlâhiyeyi inkâr ve malik-il mülkü red olacaktı. Bunu ne akıl kabul eder ne de insaf. Mülkü kâinatı abes yapmak, hilkatin hikmetli yaratılışını ve vücudî varlığını, imtihan vesilesini sahiplenmek yaratılmış hiçbir varlığın haddi değildir ve olamazda…

Bize düşen edeble, imanî bir ahlâk ve kabullenmekle ubudiyette bulunmaktır. Rahmetinin, müsahamasının geniş dairelerinde haddimizi bilerek kullukta bulunmaktır. Kâinatın zerratı ve sonsuz katları adedince varlık âlemine, vücudî hallere muhatab oluşumuza hamd ve şükürde bulunmaktır.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*