Hadiselere Nurların penceresinden bakabilmek…

“Beni dünyaya çağırmayın” diyen Bediüzzaman’ın dünyalık işlere, meşgalelere merak edip hiç bakmadığını biliyoruz. Hatta çoğu insanın aşk-ı merakla ilgi duyarak baktığı bir çok hadiseyi hiç merak etmediğini de biliyoruz. Meyve’nin Dördüncü Meselesi’nde anlatılan, bütün dünyayı ve hatta İslâm mukadderatını da alâkadar eden harb-i umumî hakkında bilgi almak için bir çok insan camiyi, cemaati terk edip, radyo başına koştuğu halde, Bediüzzaman’ın hiç merak etmediğini, dönüp sormadığını da biliyoruz.

Bu noktada hemen bir çok insanın merakını celbeden, tahrik edip kendisiyle meşgul etmeye sevk eden, oldukça önemli ve büyük gibi görünen meselelerin; hakikat-ı halde göründüğü gibi önemli olmayan, bizim açımızdan içi boş, malayani, basit bazı dünyevî hadiselerden ibaret olduğunu ve bu gibi olaylarla meşgul olmanın, her ehl-i din için Allah’a karşı olan kulluk vazifelerini unutturacağını; daha da ötesi bu gibi lüzumsuz meselelere bakmanın bir tarafa taraftar olmayı ve böyle bir durumda farkına varmadan işlenen cinayetlere, zulümlere ortak olmak gibi dehşetli günahlara girileceğini haber veriyor. Bediüzzaman’ın bütünü ile uzak durduğu ve talebelerine bu yönde tavsiyelerde bulunduğu alan bu alandır.

Üstlendiği kudsî dâvânın gereği olarak dünyalık olaylara arkasını dönen Bediüzzaman’ın tamamen uhrevî hayata yönelik meselelerle ilgilendiği hemen herkesin malûmu. Dünyaya bakan olaylara, hadiselere de ahiret hesabına baktığını, o pencereden değerlendirdiğini biliyoruz. Onun toplum hayatı ile ilgili değerlendirmeleri, içtimâî, siyasî meselelerle ilgili önümüze koyduğu orijinal tesbit ve tavsiyeleri, hürriyet, istibdat, demokrasiyle alâkalı ortaya koyduğu ölçü ve prensipler… vs. gibi konularla ilgili dile getirdiği fikir ve düşüncelerin hemen hepsi hem dünya hayatımızı, hem de ahiret hayatımızı alâkadar eden meselelerdir.

Daha da ötesi Bediüzzaman’ın; “Belki bu memleketle ve belki âlem-i İslâmın kıt’asıyla, hanem gibi, hamiyet-i İslâmiye noktasında alâkadarım. Ve o iki büyük hanedeki dindaşlarımın elemleriyle müteellim ve firaklarıyla mahzun oluyorum” (Lem’alar, s. 555) beyanıyla o büyük insanın ilgi alanının büyüklüğünü akıl terazimizle anlamamız mümkün değil.

Aslolan bütün meselelerde olduğu gibi burada da ifrat ve tefrite girmeden, hizmete odaklanmaktır. Ulvî dâvânın esas ve rükünlerinden sapmadan, hedefe doğru yol alabilmektir. Kabuk ve kışrı değil; özü, aslı yakalayabilmektir. Ayrıntı ve detaylara takılmadan hedefe, maksada ulaşmaktır.

Doğru olan; bizi yolumuzdan alıkoyacak, hedefimizden saptıracak, bize göre afakî olan, irademizin dışında cereyan eden olaylara, bizi ilgilendirmeyen hadiselere bakmamaktır. Bakmamız icap eden olaylara, meselelere de Nurların penceresinden bakabilmektir. Oradaki şaşmaz, doğru, orijinal ölçü ve prensiplerle olayları görüp değerlendirip ve o çerçevede bir tavır ve davranış içinde olmaktır. Elimizdeki değişmez, şaşmaz ölçü ve düsturların haricindeki şaşırtıcı reklâm ve propagandalara kulağımızı, gözümüzü kapamaktır. Ferasetli, basiretli Bediüzzaman’ın hakikî talebelerine de ancak böyle bir davranış içinde olmak yaraşır.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*