Hafîz Bazen T4 Şeklinde Tezahür Eder

Bedenimiz, muhteşem bir organizasyonu olan, akıl almaz işlerin aksaksız yürüdüğü harika bir şehir gibidir. İbn-i Sina, Hipokrat, Galen gibi pek çok tıp adamının saçları ormanlara, kemikleri kayalara, damarları nehirlere benzettikleri analojiler gözlenmiştir. Bir şehrin işleyişinde var olan, hatta alemin işleyişinde var olan her şey sanki bedenimizde de var gibidir.
Bizim olarak algıladığımız bedenimiz; göz, kulak, ağız gibi organlarla dışa açılan ve muhteşem işleyişlerin döndüğü, büyük organizasyonların yürüdüğü, işlemlerin ardından artıklarını idrar ve gaita yoluyla dışarıya atan ve çevre şartlarına mükemmel uyum sağlayan kapalı bir sistem olarak işler.

Bu muhteşem şehrin dıştan gelen tehditlere karşı da son derece organize ve aksaksız çalışan tam teçhizatlı bir güvenlik gücü de bulunmaktadır. Bir tıp dergisinde bu güvenlik gücü “dünyanın en mükemmel ordusu” şeklinde tanımlanmıştı. Kanda “akyuvar” olarak bildiğimiz hücreler, bir orduya benzer tarzda kara, hava, deniz kuvvetleri gibi sınıflara; tankçı, topçu, istihkâm, lojistik gibi branşlara ayrılmışçasına farklı özellikler arzeden sınıflardan oluşurlar. Akyuvarların kara, hava, deniz kuvvetleri gibi sınıflara ayrışmasından altı temel grup oluşur. Bunlar; polimorfonükleer nötrofiller, polimorfonükleer eozinofiller, polimorfonükleer bazofiller, monositler, lenfositlerdir. Sonra bu hücreler de kendi içlerinde ayrı branşlara ayrılmış tarzda işlerler. Kimi sınır bekçiliği, kimi vurucu tim, kimi silah üreticisi şeklinde fonksiyon görür. Aralarında muhteşem bir organizasyon vardır. Bu organizasyonun tek unsurundaki aksama bile vücudun dışa karşı savunmasında ciddi problemlere yol açar. Mesela, AIDS hastalığına yol açan HIV virüsü, yukarıdaki altı ana gruptan lenfositler içinde yer alan T hücrelerini ve bunlardan organizatör ya da komutan görevini üstlenmiş olan ve yardımcı T olarak adlandırılan T4 hücrelerini etkisiz hale getirir. Bu savunma organizasyonunu merkezde çökertir ve artık vücut dıştan gelen tehditlere karşı savunmasızdır. AIDS hastalarının zor durumu bizzat HIV virüsünden değil, bu virüsün savunma sistemini yıkması ile bedeni zayıf düşüren diğer mikroorganizmaların etkisinden kaynaklanır.

Daha önceki yaklaşımlarımızı buraya da uygularsak, elbette bu muhteşem organizasyon lenfosit ya da lökosit adı verilen hücrelerin kendi kabiliyetlerinin tezahürü olarak kabul edilmemelidir. Bedende işleyen kusursuz iletişim ve aksaksız organizasyon üst düzey bir düşünce ve insanın dahi yetişemeyeceği düzeyde bir şuur gerektirir. En azından şu anki verilerimizle lenfosit ya da lökositlerde böyle bir şuurun varlığına delil olabilecek herhangi bir emare bulunmamaktadır. Biz de varlığı şu anki verilerle anlamak durumundayız. Hele, bu savunma organizasyonunun insan isimli şehrin genelindeki işleyişler, üretim ve ulaşımla bağlantısı düşünüldüğünde, insanın dünya içindeki konumu, dünyanın uzaydaki konumu ve kâinatın ilk andan itibaren şekillenişi ve aradaki muazzam bağlantılar dikkate alındığında, bu işlerin bir lenfosit ya da lökositin çok ötesinde bir hikmet ve onların yetişemeyeceği bir kudret gerektirdiği daha net gözlenir. İşte bu her şeyin bir şeyle ve bir şeyin her şeyle irtibatlı olduğu nokta olmalıdır.

Bir şey her şeyle irtibatlı, her şey bir şeyle irtibatlı ise; her şeyde hiçbir şey bu irtibatı sağlayabilecek ilim, kudret, hikmet ve iradeye sahip değilse; hiçbir şey her şeyin, her şey hiçbir şeyin üzerinde tasarruf sahibi olamaz. Hiçbir şeyin yansıttıkları kendinden kaynaklanamaz. Her bir şey ve her şey külli bir iradenin her şeyi kuşatan ilim, kudret ve hikmetinden kaynaklanıyor olmalıdır. O külli iradeyi, külli ilmi, her şeyi kuşatan hikmeti yansıttıkları için varlıklarda—en küçüğünden en büyüğüne, en basitinden en karmaşığına—düzeyine ve konumuna göre bir irade, bir ilim, bir hikmet varmış gibi gözükür. Oysa bu gözükenler onlardan kaynaklanmaz, yalnızca yansır. Hem bütünüyle değil, gölgelenmiş olarak yansır ki, şiddet-i zuhurundan gizlenmiş olan Şems-i Ezeli garazi ve itibari renkler halinde görülebilir ve biz şuur sahiplerinin göz ve idraklerine hitap edebilir hale gelsin.

Aslında ne vücudu bu derece mükemmel olarak savunan lenfositler ya da lökositlerdir ne de bu lenfosit ve lökosit ordusunu idare eden HIV virüsünün esir aldığı T4. Hafiz kimi zaman T4 şeklinde, kimi zaman lenfositler, kimi zaman lökositler şeklinde tecessüm ve tezahür eder. Kimi zaman ilaç, kimi zaman silah, kimi zaman ordular şeklindedir. Evet kâinatta hiçbir şey yoktur ki, Kadir-i Zülcemal’i övüp O’nu tesbih etmesin ve O’na ayine olmasın. Her varlığın, her işleyişin gerisinde bir isim ve esma külliyen vardır. İşte her varlığın kendinden beklenmeyen ve o varlığın yapabilmesi mümkün olmayan işleri yapabilmesi, acziyeti içinde müthiş bir kudreti yansıtması, cehaleti içinde akıl almaz bir ilme ayine olması Rahman ve Rahim olan Allah’a işaretinden kaynaklanıyor olmalıdır.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*