Hakîkat-i namaz nedir?

Namaz çok kıymettar ve mühim ve de az bir zahmet ile kazanılan bir büyük ibâdettir. Ayrıca namazda hem rûhun, hem kalbin ve hem de aklın büyük bir rahatı vardır.

Namaz hakîkî bir ebedî hayatın saadetine medâr olacak hoş, rahat ve rahmetli bir hizmettir. Külfeti pek az ve ücreti pek büyük, hoş, güzel ve ulvî bir ubûdiyettir.

Namazın mânâsı, Cenâb-ı Hakkı zikretmek, hürmet göstermek ve şükretmektir. Yâni Allah’ın celâline, sonsuz büyüklük, ululuk, yücelik ve haşmetine karşı söz ve fiili olarak Sübhânallah deyip Allah’ı bütün noksan sıfatlardan berî görmek; hem Allah’ın kemâline karşı söz ve amelle Allahu Ekber söyleyip, Allah en büyüktür diyerek hürmet gösterecek sûrette güzel muâmelede bulunmak; hem, Allah’ın cemâline ve sonsuz güzelliğine karşı kalb, dil ve beden ile Elhamdülillâh deyip şükretmektir.

Öyleyse namazın çekirdekleri “Sübhânallah, Allahu Ekber ve Elhamdülillâh” gibi mukaddes kelimelerdir. Bu kelimeler namazın her yerinde çokça vardır ve aynı zamanda tesbih ve tekbir ve hamd hükmündedirler. Bedîüzzamân Hazretleri namazı böyle tâ’rif etmektedir.

Namaz insanın cisim hanesinde arkadaşları olan kalbinin gıdası, rûhunun hayat suyu ve Rabbâni duygularının ter temiz havasıdır.

Namaz sonsuz üzüntüler ve teessürlere ve de elemlere maruz ve düşkün olan; nihayetsiz lezzetlere ve arzulara meftun ve sevdalı olan bir kalbin kût ve gıdasıdır.

Namaz ile kul her şeye kudreti yeten bir Râhim-i Kerîm’in kapısını niyaz ile çalarak nihayetsiz ihtiyaç ve arzularına kavuşacağını bilerek sadece O’ndan (cc) isteyeceğini bilir. Böylece namaz kul ile Rabbi arasında bir nisbet ve râbıta olur.

İnsan şu boğucu, ezici ve sıkıntılı olan dünya halleri içersinde ancak namazın penceresi ile nefes alabilir ve rahatlayabilir.

Namaz mü’minin dünya hayatında kalbine kût ve gınâ (zenginlik); bir menzili olan kabrinde gıda ve ziyâ; mahkemesi olan mahşerde senet ve berat; ister istemez üstünden geçilecek olan Sırat Köprüsünde nûr ve burak olacaktır.

Namaz mü’minin bir nev’î mi’racı hükmündedir. Namazın hakîkati mahz-ı lütuf olarak Cenâb-ı hakkın şâhâne divanına giriş, mahz-ı rahmet olarak yüce Allah’ın huzuruna kabul hükmündedir. Namaz bir nev’î ubûdiyet-i külliye ile huzura müşerref olmaktır.

Namaz hakîkî istikbâl için ihtiyat akçesi, âhiretin küçük bir sandığı; âhiret amellerini içine alan mânevî sandukçadır.

Namaz kılanın hâli Kâiantın Sâniine müteveccih olarak yaptığı ibâdet ile kendi âlemini nûrlandırır. Âdeta namaz o mü’min için elektrik lambası ve namaza niyet, onun düğmesine dokunma gibi o âlemin zulümâtının dağılması ve her yerin nûrlanması hükmünde olur.

Namaz imândan sonra en büyük hakîkat ve ibâdettir. İbâdetin mânâsı da şudur ki; kul Allah’ın dergâhında ve huzurunda kendi kusurunu ve acizliğini ve de fakirliğini görüp Allah’ın Rablığını ve terbiye ediciliğini bilir. Böylece insan Allah’ın sonsuz kudret ve ilâhî merhametinin ve şefkatinin önünde hayret, muhabbet ve sevgi ile secde eder ve yalvarır. Kul kendi kusuru görerek yalvarış ile istiğfar eder ve Rabbini bütün noksanlıklardan pak ve beri görerek kâinatta bütün kusurlardan mukaddes olduğunu bilerek Allah’ı zikreder ve bunu başta namaz gibi ibâdetle ilân eder.

Namaz öyle bir ibâdettir ki; bütün ibâdetleri içinde toplayan ve bütün mahlûkatın ibâdetlerine işaret eden bir harita hükmündedir. İnsan namaz ibâdeti ile hem kendisine verilen çeşit çeşit nimetlerin şükrünü iâde ediyor hem de mahlûkatın ibâdetlerini Allah’a arz ve takdim ediyor. Böylece yaratılış gayesi olan imân ve kulluğunun en önemli merhalesini yerine getirmiş oluyor.

Günde beş vakit namaz kılmak hem çok kolay hem çok hoş ve hafiftir. İnsana Allah her gün yirmi dört altın derecesinde yirmi dört saat vermektedir. Bu yirmi dört saatten bir saatini geri istiyor ki ileride bizim için biriktirsin. Yirmi dört saatin yirmi üç saatini dünyaya bir saatini de hem ruhumuzun hayat suyu, hem kalbimizin gıdası ve Rabbâni duygularımızın da havası ve oksijeni olan namazı kılmalıyız. Kılmamakla zarar içinde zarar hata içinde hata ederiz.

Hem namaz öyle bir ibâdettir ki iyi bir niyet ile dünyevî bütün işlerimiz namaz kılmak şartı ile sevap hükmüne geçer. Aynı zamanda namaz dînîn direği ve bizi kötülüklerden alıkoyan en önemli ibâdettir. İnsan bu sayede bütün ömür sermayesini âhirete mal edebilir ve fâni ömrünü bereketlendirir, âhirete çok makbul ibâdet şekline çevirebilir.

Namaz kılmak ve günahları işlememek hakîkî bir insanî vazîfedir ve insanın fıtratına uygun bir ubûdiyettir.

Namaz kılan kişi kıldığı namaz ile şöyle düşünür. ”Ta kabrime dahâ ziyâde ışık göndereceğim. Âhiretime daha ziyâde zahire tedârik edeceğim. (B. S. Nursî, Sözler, s. 430)” Böylece mutmain-i kalb ile namazlarına devam eder.

“Evet, nasıl ki Fâtiha Kur’ân’a, insan kâinata fihristedir; namaz da hasenâta fihristedir. Çünkü namaz; savm, hac, zekât ve sâir hakîkatleri hâvi olduğu gibi, idrâkli ve idrâksiz mahlûkatın ihtiyârî ve fıtrî ibâdetlerinin nümunelerine de şâmildir. Meselâ secdede, rükûda, kıyamda olan melâikenin ibâdetlerini, hem taş, ağaç ve hayvanların o ibadetlere benzeyen durumlarını andıran bir ibadettir. (B. S. Nursî, İşârâtü’l-İ’câz, s. 75)

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*