Hakikî imânı elde eden, kâinata meydan okuyabilir

İmân hem nurdur, hem kuvvettir. Evet, hakikî imânı elde eden adam, kâinata meydan okuyabilir ve imânın kuvvetine göre, hâdisâtın tazyikàtından kurtulabilir.

ÜÇÜNCÜ NOKTA

İmân hem nurdur, hem kuvvettir. Evet, hakikî imânı elde eden adam, kâinata meydan okuyabilir ve imânın kuvvetine göre, hâdisâtın tazyikàtından kurtulabilir. “Tevekkeltü alallah” (Allah’a tevekkül ettim. / Hûd Sûresi: 56.) der, sefine-i hayatta kemâl-i emniyetle hâdisâtın dağlarvâri dalgaları içinde seyrân eder. Bütün ağırlıklarını Kadîr-i Mutlakın yed-i kudretine emânet eder, rahatla dünyadan geçer, berzahta istirahat eder, sonra saadet-i ebediyeye girmek için Cennete uçabilir. Yoksa, tevekkül etmezse, dünyanın ağırlıkları uçmasına değil, belki esfel-i sâfilîne çeker.

Demek, imân tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül saadet-i dâreyni iktizâ eder. Fakat, yanlış anlama! Tevekkül, esbâbı bütün bütün reddetmek değildir. Belki, esbâbı dest-i kudretin perdesi bilip riâyet ederek; esbâba teşebbüs ise, bir nevi duâ-i fiilî telâkkî ederek; müsebbebâtı yalnız Cenâb-ı Haktan istemek ve neticeleri O’ndan bilmek ve O’na minnettar olmaktan ibârettir.

Tevekkül eden ve etmeyenin misâlleri, şu hikâyeye benzer:
Vaktiyle iki adam, hem bellerine, hem başlarına ağır yükler yüklenip, büyük bir sefineye bir bilet alıp girdiler. Birisi, girer girmez yükünü gemiye bırakıp, üstünde oturup, nezâret eder; diğeri hem ahmak, hem mağrur olduğundan, yükünü yere bırakmıyor.

Ona denildi: “Ağır yükünü gemiye bırakıp rahat et.”
O dedi: “Yok, ben bırakmayacağım. Belki zâyi olur. Ben kuvvetliyim. Malımı, belimde ve başımda muhâfaza edeceğim.”

Yine ona denildi: “Bizi ve sizi kaldıran şu emniyetli sefine-i sultaniye daha kuvvetlidir, daha ziyâde iyi muhâfaza eder. Belki başın döner, yükün ile beraber denize düşersin. Hem, gittikçe kuvvetten düşersin. Şu bükülmüş belin, şu akılsız başın, gittikçe ağırlaşan şu yüklere tâkat getiremeyecek. Kaptan dahi, eğer seni bu halde görse, ya divânedir diye seni tard edecek, ya ‘Hâindir, gemimizi ittiham ediyor, bizimle istihzâ ediyor, hapis edilsin’ diye emredecektir. Hem, herkese maskara olursun. Çünkü, ehl-i dikkat nazarında, zaafı gösteren tekebbürün ile, aczi gösteren gururun ile, riyâyı ve zilleti gösteren tasannuun ile, kendini halka mudhike yaptın; herkes sana gülüyor” denildikten sonra, o bîçarenin aklı başına geldi, yükünü yere koydu, üstünde oturdu. “Oh! Allah senden râzı olsun. Zahmetten, hapisten, maskaralıktan kurtuldum” dedi.

İşte ey tevekkülsüz insan! Sen de bu adam gibi aklını başına al, tevekkül et. Tâ bütün kâinatın dilenciliğinden ve her hâdisenin karşısında titremekten ve hodfüruşluktan ve maskaralıktan ve şekàvet-i uhreviyeden ve tazyikàt-ı dünyeviye hapsinden kurtulasın.
Sözler, 23. Söz., 3. Nokta, s. 285
***
İ’lem eyyühe’l-aziz!
Allah’a tevekkül edene Allah kâfidir. Allah, Kâmil-i Mutlak olduğundan, lizatihî mahbubdur. Allah, Mûcid, Vâcibü’l-Vücud olduğundan kurbiyetinde vücut nurları, bu’diyetinde adem zulmetleri vardır. Allah, melce ve mencedir. Kâinattan küsmüş, dünya ziynetinden iğrenmiş, vücudundan bıkmış ruhlara melce ve mence O’dur. Allah Bâkîdir; âlemin bekası ancak O’nun bekasıyladır. Allah Mâliktir; sendeki mülkünü senin için saklamak üzere alıyor. Allah, Ganiyy-i Muğnîdir; herşeyin anahtarı O’ndadır. Bir insan Allah’a hâlis bir abd olursa, Allah’ın mülkü olan kâinat, onun mülkü gibi olur.
Mesnevî-i Nûriye, s. 110-111

LÜGATÇE
sefine-i hayat: Hayat gemisi.
yed-i kudret: Kudret eli.
esfel-i sâfilîn: Aşağıların en aşağısı.
saadet-i dâreyn: Dünya ve ahiret saadeti.
dest-i kudret: Kudret eli.
müsebbebât: Neticeler, sonuçlar.
istihzâ: Alay geçme.
şekâvet-i uhreviye: Ahiret sıkıntısı, azabı.
tazyikàt-ı dünyevîye: Dünyevî baskılar, sıkıcı ve boğucu haller.

Benzer konuda makaleler:

1 Yorum

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*