Hakkın mücessem timsali: Bediüzzaman

“Hakkın hatırı âlîdir, hiçbir hatıra feda edilmez.” Bediüzzaman’ı ve dâvâsını bir cümlede özetlemek icap etseydi; ben bunu seçerdim. İman dolu yürekleri hayatın her anında görünür kılan Kur’ân’î seda… Bediüzzaman’ın karakterinin temel kodlarını oluşturan, onu batıl karşısında hakkın mücessem timsali halinde getiren öz… Bu özü bilebilmek, bu hakikatin farkına verebilmek, Bediüzzaman-M. Kemal görüşmesinde olduğu gibi, çeşitli tartışmalara ışık tutacaktır.

 

Karakter; kişinin kendine özgü yapısını ifade eden, onu başkalarından ayıran temel özelliktir. Kişinin davranış biçimlerini de belirleyen bu özellik aile, çevre ve eğitim gibi faktörlerle şekillenmekte ve bir kişinin olaylar karşısındaki tutum ve davranışlarını da belirlemektedir. Bediüzzaman’ın karakter analizi yapıldığında onun iman kaynaklı sağlam karakterinin ipuçlarına da rastlarız. Bediüzzaman’ın çocukluktan itibaren haksızlıklar karşısında susmayan tavrı; makam, mevki, rütbe tanımadan hak ve hakikati söyleyebilme tutarlılığı, ölümü dahi hiçe sayabilen dik duruşu imandan beslenen şecaatinin bir ifadesidir.
Mukaddesatına hûcüm edilmemek, imanına ve Kur’ân’ına dokunulmamak şartıyla bütün ızdıraplara katlanan, meşakkatlere göğüs geren Bediüzzaman, Şeair-i İslâmiye söz konusu olduğunda gözü hiçbir şey görmeyen, hiç kimseyi takmayan bir şahsiyete bürünüvermektedir. Kendisini yıllarca hapislerde işkencelerle dolu hayata mahkûm edenleri bile affedebilen müşfik Bediüzzaman, imanına uzatılan bir dil karşısında, hangi şartlar altında ve hangi makam karşısında olursa olsun, kükreyen bir arslan oluverir.
Gençlik yıllarında Van’da Tahir Paşa’nın konağında bir gazete haberiyle kükreyen bu arslan Otuzbir Mart Olayı’nda da benzer tavrını sürdürür: Otuzbir Mart Olayı’nda yatıştırcı bir rol oynamasına rağmen mahkemeye idam istemiyle çıkararılan Bediüzzaman’ın “Şeriat”a canı pahasına sahip çıkma tavrı dikkate şayandır.
Bediüzzaman, İstanbul’un işgali sırasında Lord Curzon öncülüğündeki pazarlıklar ve işgalcilerin İslâm’ın izzet ve şerefini ayaklar altına alan tavırları karşısında bir İslam âlimine yakışır şekilde sözünü ve dik duruşunu esirgemeyen bir mücahiddir.
Bediüzzaman’ın izzet, şehamet ve şecaatini gösteren olaylardan biri de Ruslara esir düştüğünde Rus Başkumandanı Nikola Nikolaviç ile arasında yaşananlardır. Müslüman bir âlimin iman etmeyenler karşısındaki dik duruşunun nasıl olması gerektiğinin güzel bir örneği olan bu hadise, Bediüzzaman’ın Mustafa Kemal’le görüşmesinden çok önceleri onun şecaatini ortaya koyan, dolayısıyla onun kimler karşısında nasıl davranabileceğini gösteren, karakteristik örneklerden yalnızca biridir.
Bediüzzaman’ın bu tür çıkışlarında temsil ettiği gelenek itibariyle şaşılacak bir durum yoktur.  Asr-ı Saadet pırıltılarının yansımalarıyla devam eden, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin, İmam-ı Azam, İmam-ı Rabbanî, Şah-ı Geylanî… gibi iman hakikatleri uğrudan her şeyi feda etme geleneğinin temsilciliğini üstlenenlerde ancak görülebilen bu özellik; Kur’ân’ı yer yüzünde sahipsiz bırakmama, izzet-i İslâmiye’yi muhafaza etme, Şeair-i İslami’yeye laf söyletmeme gibi ihlas kaynaklı duruşların bir eseridir. Mal, şan ve makam gibi dünyevi saltanatı haiz tekliflerin bu yolda kabul görmemesi; hapis, işkence, ölüm gibi tehditlere kulak asılmaması manevi saltanat sahiplerinin işi olabilirdi. Dolayısıyla son günlerdeki tartışmalarda olduğu Bediüzzaman ile ilgili iddialara cevap verirken Bediüzzaman ne efsaneleştirilmelidir, ne de hakkı yedirilmelidir. Bediüzzaman bu tür olaylarda yalnızca “Abdullah” oluşunun gereğini yerine getirmiş, Asr-ı Saadet Müslümanına yakışır bir tavır ortaya koymuş, mümince davranmıştır. Ders çıkaranlara ne güzel bir miras!

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*