Hanedan ve demokrasimiz…

altBu yazının başlığı, hanedanlar ve demokrasi olacaktı. Belki de, bütün okuyucularımızı ilgilendirmeyecek bilgilerle makalenin çerçevesi büyüyecekti. Konuyu yalnızca Osmanlıya, yani bize indirgedik.

Ecirlikten (ücret karşılığı başkasına çalışmaktan) hürriyete, Büyük İhtilâlle birlikte geçiş yapan insanlığın yönetimde hedeflediği ”doğru demokrasiye” uzanan yolun uzunluğunu, meşakkatini, engellerini ve bu yolda bize düşen vazifeleri en açık ve hikmetli yazan Bediüzzaman’ın; Osmanlı’nın Batı tarzı demokrasilere ilk teşebbüslerini tebrik ettiğini; karşıtları olan Kemalistler kadar Siyasal İslâmcılar da bilmiyorlar.

Demokrasi karşıtlığı ortak paydasında birleşen ve zahiren birbirine zıt bu iki kutup Bediüzzaman’ı okusaydı; kısmi demokrasiye geçiş yapan Osmanlı Hanedanı’nın yolunu, Selânikliler Hanedanınca nasıl kesildiğini ve saltanatın gizlice hangi tarihlerde el değiştirdiğini Said Nursî’den öğrenmiş olacaklardı.

Namazda gözü olmayanın ezanda kulağı olmazmış. Demokrasi diye bir derdi olmayan ve devrimcilik ortak paydasında birleşenlerin de, hanedanları ülkenin iç ve dış barışı menfaati için muhafaza ederek demokrasiye geçiş istikametinde bir fikirleri asla olamazdı. Devrimciler âlemlerinde; Osmanlı, Pehlevi, Çar, Çin ve Faysal hanedanları kadar; İngiliz, Hollanda, İsveç, Belçika ve diğer Avrupa kral ve kraliçelerine de düşmandırlar diye düşünüyorum.

Şu satırlardan bir hanedan hayranlığı çıkarmaya çalışanlara ancak üzülürüm. 20. Yüzyılın en büyük devletleri Rusya, Osmanlı ve İran’ın demokrasi yolunda başına gelen felâketleri azıcık bilenler, hâlâ demokrasi savaşı veren bu ülkeleri İngiltere ve İskandinavya ülkeleriyle karşılaştırsalar, meramımızı anlarlar, kanaatindeyiz. Osmanlı’nın yolunu prokemalistler, Rusya’nın yolunu Bolşevikler ve İran’ın yolunu da ikinci Avrpa destekli Siyasal İslâmcılar cinayetlerle kesmeseydiler, elbette dünya demokrasisi barış ve refahı daha güzel bir yerde olurdu.

BİZDEKİ HANEDAN DEMOKRASİYE DÜŞMANDIR…

Sultanlar, krallar veya şahlar kendilerini bütün ülkenin sahibi, milleti de kendisine biat etmiş tebaa olarak gördüklerinden, elbette demokrasiye karşı olacaklardı, diyeceksiniz. Ortada Avrupa’da onlarca kral ve kraliçeye rağmen demokrasiye geçmiş büyüklü küçüklü devletler olmasaydı, yukarıdaki hükme itirazımız olmayabilirdi. Devlet gelenekleri, medeniyet tarihleri ve insaniyetperverlikleri cihetinde, Osmanlının yanında esamesi okunmayan İngilizlerin başardıkları bir demokrasiyi, esasında biz de kansız ve ihtilâlsiz bir şekilde elde etmiştik. 1876’da anayasayı hazırlamıştık ve 23 temmuz 1908’de de demokrasiye geçmiştik. Peki ne oldu da elimizden aldılar? Selâniklilerin İngilizlerin yardımı ile organize ettikleri 31 Mart ihtilâlinin hanedanlara bakan ciheti, maalesef fazla konuşulmuyor. Türkiye’de tam dokuz defa, saltanatlarını ikame uğrunda askere ihtilâl yaptıran Selânikliler Hanedanı, bazen ittihatçılık perdesinde, bazen Cumhuriyet Halk Fırkası perdesinde, bazen ortanın solunda, 12 Eylülde Atatürkçülük maskesi arkasında ve yakın zamanda da ulusalcılık paravanında maalesef gizlenmeyi başardılar. Bu hanedanın felsefesi münafıklık üzerine kurulu olduğundan, iktidarını koruma amaçlı tezgâhladığı ihtilâllerde; medyada en çok zahiren hücum ettiği Siyasal İslâm ile Türk ve Kürt milliyetçiliğini taşeron olarak kullanmaları, ferasetle bakamayanların dikkatlerini çekmeyebilir. Şu cümlelere itiraz etmek isteyenleri, binlerce şahit ve belge mahcup edeceğinden doğruca bilgilenmek isteyenlere Bediüzzaman Hazretleri başta olmak üzere yakın tarihimizin objektif araştırmacılarını tavsiye ediyoruz.

HANEDANIMIZ DEMOKRASİYE CUMHURİYET VE HÜRRİYET ADINA HÜCUM EDEREK GELİYOR

Osmanlı’dan saltanatı örtülü bir biçimde devir aldıktan sonra, şekli cumhuriyeti (içinde halkın iradesi olmayan) kollama ve kendisine muhalif olanları da cumhuriyete karşı veya bölücü olarak suçlayan hanedanın en büyük korkusunun demokrasi olduğunu; 27 Mayıs ihtilâli ile şehid ettiği merhum Menderes ve arkadaşlarının yanı sıra, tam 6 defa darbe ile iktidardan uzaklaştırdıkları merhum Demirel örnekleriyle daha güzel öğreniyoruz. Devleti idarî noktalarından, millet iradesiyle azıcık uzaklaştırıldıklarında, hemencecik harici dinsiz cereyanlarla ittifaka giren hanedanın son zamanlardaki en belirgin kimliğinin Kemalizm olduğunu da burada vurgulamaya ihtiyaç duyuyoruz. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş öncesinden (1909’dan sonra) günümüze kadar kendilerine ait olduğunu düşünen bu sülâlenin, 15 temmuz kalkışmasında da ipleri tamamen ele geçirmesini garipseyenler, demokrasi düşmanı hanedanın mahiyetini bilmeyenlerdir. Onların mahiyetlerini, bütün nifak perdelerini parçalayarak öğrenmek için, Risale-i Nur adesesinden yakın tarihi harmanlamak gerekiyor. Gerektiğinde, kendi içinde düşmanlar ve taraftarlar üreterek “İzmir suikastı ve sürgün edilen 150’likler hadisesi gibi”, millet nezdindeki meşrûiyetini pekiştiren hanedanı; Ergenekon hadisesi ile şu 15 Temmuz kalkışmasından sonra yeniden analize tabi tutmamız; Türk demokrasisinin önündeki engelleri azaltacaktır, kanaatindeyiz.

Bizdeki hanedan, gizli ve münafıkane saldırınca demokrasiye, İslâm coğrafyasındaki dindar demokrasilerin işi epeyce zorlaşıyor. Suudi, Ürdün ve Fas gibi ülkelerde demokrasi arayışındaki hanedanların yolunu tıkayan Kemalizm, demokrasinin Kur’ân’dan çıktığını izah etmemize de mani olmaya çalışıyor. İşin en garip tarafı ise; bugüne kadarki ihtilâllerde, dahili kargaşalarda ve ekonomik krizlerde; hanedan mensuplarının kılına zarar gelmediği gibi, sermayelerine servet kattılar. Bakın şu 15 Temmuz ihtilâline… Burada da en kazançlı çıkan taraf hanedan değil mi?

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*