Hangi partiye oy verelim?

Image

Yazıya bu başlığı koyarken şöyle bir düşündüm de, Yeni Asya’nın neşir hayatına başladığı ilk yıllarından beri yazan biri olarak, bu ve buna benzer manâda hiç bir yazı yazmamışız. Yâni, bu cemaatin öyle bir derdi olmamış o yıllarda.             

Kafalar karışık, zihinler bulanık. Mustakim adamlara ihtiyacımızın olduğu bu günlerde, bizi bu yazıyı yazmaya sevk eden en büyük saik de; Eskiden bizimle beraber olan, aynı şeyleri düşünen, aynı şeyleri anlayan fakat, siyasî ve içtimaî meselelerde farklı düşünmeye başlayarak bizden ayrılan arkadaşların ikide bir, çeşitli irtibat yollarıyla bize “halâ mı o partiye oy veriyorsunuz?

Yeni Asya ne yapıyor?“ gibi artık sataşmaları mı diyeyim, ne diyeyim bilmem, soruları ve hele de Kâzım Güleçyüz’ün, sadece objektif olarak tahlil ettiği bir yazısını bize yollayarak, “sanki büyük bir günah işlemiş gibi” dillendirip, biraz da haddini aşan üslûp kullanan ve tabii bizden de gerekli cevabı alan bir kardeşimiz gibi, bizleri sorgu-suale tabî tutanlara, cevap mahiyetinde bir şeyler yazmamızın vicdanımızı rahatlatacağını düşünerek bu yazıyı kaleme almaya karar verdik. Halbuki biz onlara ”kardeşim sizler de daha önce, bizi şimdi suç işliyormuşuz gibi itham ettiğiniz yerde, hem de müfritane duruyordunuz, şimdi ne oldu da hat değiştirdiniz? Üstelik o kadar senede, sabit bir yerde durmayıp  birkaç parti değiştirerek ?” diye sormuyoruz.
    
Neyse, bu mevzuuda söyleyeceklerimize geçelim. Üstadın sağlığından bu tarafa, siyaset ve partilerle alâkalı okuyup anladığımız bazı şeyleri, onun vefatından sonraki on senelik müddette, Zübeyir ağabeyin cemaati mustakim bir yerde tutması ve cemaatin ona göre  aldığı tavır ve sonrasında 42 senedir de bizim bizzat içerisinde yaşayarak geldiğimiz bazı hadiseleri, objektif olarak nazara verelim dedik:
            
Evet, CHP nin (üstadın tabiriyle “Halk partisi”  O, onlara hiçbir zaman “Cumhuriyet” vasfını yakıştıramadığından hep “halk partisi” demiştir) diktasının sürdüğü tek partinin yirmi kûsur senelik iktidarında hiç oy kullanmayan, ama  çok partili sisteme geçilince, DP nin katıldığı dört seçim dönemini yaşayan ve sandık başında alenen, herkesin gözü önünde “Demokrat partinin pusulası bu mu kardaşım?” diye talebelerine sorarak DP’ye oy veren ve istikbalde karşılaşılacak, “üstadın DP ye oy verdiği ne malûm? “ gibi bir soruya karşı, o gün cevap tarzındaki bu hal ve hareketi ile Bediüzzaman Said Nursî; talebelerinin, cemaatinin, DP den başka bir partiye oy vermediğinin en bariz bir delilidir.
           
O, bütün işleri bilerek yapıyordu. Onun en büyük gayesi olan ittihad-ı İslâm bayrağının burca dikilmesinin önüne geçebilecek her şeye karşıydı o. Zannedersem 1977 seçimlerinden önceydi, şimdi kim olduğunu hatırlayamadığım birisi,  bir gazetede yazı yazmış ve orada üstaddan bahsederek şu mealde şeyler söylemişti. “Aslında Said Nursî, en büyük siyasetçidir. Çünkü O, CHP nin tek parti döneminde siyasetle hiç ilgilenmemiş ve “euzubillahi mineşşeytani vessiyaset” diyerek siyasetin dışında kalmış, ama çok partili dönemde açıkça DP yi desteklemiştir. İşte Said Nursî, bunun için en büyük siyasetçidir. Çünkü, CHP zamanında onları desteklese kendi hizmet tarzına aykırı olur. Muhalif görünse, bu sefer de ona rahat vermezler. Onun için böyle davranarak en büyük siyaseti takip etmiştir. Ama aynı Said Nursî, DP ye oy vererek siyasî tercihini de belli etmiştir.”demişti. Gerçekten de, üstadın hal ve hareketleri enteresandır. Tatbik ettiği siyaset de acaibdir. (particilik manâsında değil). Yıllarca Halk partisinin ve onun eski-yeni reislerinin şiddetli baskı, zulüm ve iftiralarına, haksızlıklarına muhatab olmuş biri olarak, DP iktidar gelince, Cumhurbaşkanı Celal Bayar’a; “Celâl Bayar, REİSİCUMHUR, Zatınızı tebrik ederiz. Cenab-ı Hak sizi İslâmiyet ve vatan ve millet hizmetinde muvaffak eylesin.

Nur talebelerinden, onların namına Said Nursî “ diye bir  telgraf çektirir. Niye bu telgrafı çektirdiğinin hikmetini de izah ederken talebesi Zübeyir Gündüzalp'e şöyle der:
"Şimdi Halkçılar, Demokratlara derler ki: ‘Said ne sizden, ne de bizdendir: Onun gayesi ve maksadı aynıdır. O ayrı bir gaye peşindedir’ diyerek onları kandırırlar. Ellerindeki devlet kuvvetini dindarların ve Nur talebelerinin aleyhinde kullanırlar. Tebrik telgrafını alan Demokratlar onlara ‘Said bize dosttur’ derler. Devlet kuvvetlerini yanlış olarak dindarların aleyhine kullanmazlar." demiştir. Gördünüz mü siyaseti?  Halbuki üstad, Bayar’ın ne denli bir komitacı olduğunu, Kemalizm’in bir numaralı adamlarından olduğunu gayet iyi bilmektedir. Zaten onun için Menderes’ten ziyade telgrafı ona çekmiştir. Gelen cevabî telgrafında da Bayar şöyle karşılık vermektedir. “Bediüzzaman Said Nursi, Emirdağ. Samimi tebriklerinizden fevkalâde mütehassis (hislenmiş, duygulanmış)  olarak teşekkür ederim. Celal Bayar”
            
Yukarıda da söylediğimiz gibi, en büyük maksadı; ittihad-ı İslâm ve i’lâ-yı kelimetullah ‘ın yüceltilmesi olan Bediüzzaman, bu yoldaki iyi yaptığını zanneden bazılarının bütün yanlışlarına karşı çıkmıştır. Bu siyasî tercih meselesinde de böyle olmuştur. Onun yaşadığı yıllardaki siyasî partileri değerlendirip tahlil etmesi çok enteresandır. Ma’ruf ve bilinen “bu vatanda şimdilik dört parti var” diye başlayan mektubu, bunların en mühimidir. Çok kimse tarafından okunup bilinen bu mektubunda üstadın en başa aldığı parti, muhayyel bir parti de olsa, dini siyasete alet etmesi kuvvetle muhtemel İttihad-ı İslam partisidir. Buradaki “yüzde altmış-yetmişi tam mütedeyyin olmak şartıyla…” diye düştüğü şerhi, 70 li yıllarda Mehmed Kırkıncı Hoca bizlere bunu îzah ederken şöyle diyordu.“ buradaki 60-70, oy oranı değil. Meselâ; bir apartmanda on kişi oturuyorsa, bunun en az 6-7 si tam dindar olmalı. On rektörden yine 6-7 si, on generalden 6-7 si, on validen 6-7 si v.s.” 
          
Yani üstada dikkat edildiğinde, dinî özelikleri kullanarak, siyaset yapmak isteyenlere geçit vermiyordu. Çünkü, din umumun malıdır. Bir camiide, her partinin görüşünü taşıyan insanlar, yan-yana namaz kılıp secde ediyorlardı. Böyle sivri çıkışlarla millet ayırt edildiğinde, bundan en büyük zararın, din-i İslama geleceğini bildiriyordu. İnancı ne olursa olsun, insanımızın ekseriyeti dine karşı hürmetkâr, en azından bir şey demiyordu. Ama, dinî hassasiyetleri öne çıkarıp da, onu kalkan olarak kullandığımızda, bu sefer karşı görüştekiler, muhatabına din üzerinden hücum edip, dindarların hepsini de rencide edebilirlerdi. (nitekim istikbalde böyle olmuş, bu şekildeki hücumları def etme işi de, nur talebelerinin eliyle olmuştur. Bunları hassaten 70 li yıllarda bizzat yaşayarak şahid olmuşuzdur.)
      
Üstadın, parti adından ziyade, zikrettiği din ve siyasetin üç şekildeki münasebetini dile getirmesi ise, bizler için değişmez bir şablondur. Bunu da şöyle değerlendiriyor üstad. 1- Dini siyasete alet edenler. 2-Dinsizliği siyasete alet edenler. 3- Siyaseti dinin hizmetinde kullananlar. Üstad, bunun en sonuncusunun daima yanında olmuş, siyaseti dinin hizmetinde kullananlara meyletmiştir. Bu değişmez ölçüyle hareket edildiğinde, şablonun içine partileri yerleştirdiğimizde, durum ortaya çıkar. Yani, siyasî partiler doğrudan dinî faaliyetlerin içinde bulunmazlar. Onların yapacağı şudur; memleketi mamur hale getirip, halkı refah, huzur, saadet ve emniyet içerisinde bulundursun. Dinî cemaatlerin de faaliyetlerine müsaade edip, mania teşkil etmesinler yeter.
    
Zaten üstadın sağlığında nurcuların siyasî hareketlerinde bir farklılık yoktu. Üstadın vefatından sonra ise; işte bundan sonra zorlu dönemler başlamış oldu. Üstad vefat ettiğinde, saff-ı evvel ağabeyler de dahil, bir çoğunda şaşkınlık meydana gelmiş, bundan sonraki risale-i nur hizmetlerinde “nasıl hareket edileceği endişesi “ tezahür etmişti. Çünkü, üstadın sağlığında, her hadise karşısında müracaat edecekleri mercii, üstadlarıydı. O ne derse, ona tabii oluyorlardı. Ama, ondan sonra ne olacaktı? İşte bu şaşkınlık hengâmesinde,  burada bir kahraman, üstadının ve risale-i nurun sarsılmaz, sadık bendesi bir kahraman öne çıkıyor ve -teşbihte hata olmasın-, Peygamber (asm) ın vefatından sonra, sahabelerin ne yapacaklarını bilmedikleri şaşkınlıkları halinde, Hz. Ebu Bekir’in (ra),   "Ey insanlar! Kim Muhammed'e (s.a.v.) tapıyorsa bilsin ki Muhammed öldü. Kim de Allah'a tapıyorsa bilsin ki Allah, Bâkî'dir, ölmez” dediği gibi, üstad hazretlerinin vefat ettiğini, bundan sonraki hizmetlerin istişarî bir tarzda devam ettirileceğini söylüyor ve neredeyse babası yaşındaki saff-ı evvellerden Tahirî ağabey dahil, ağabeylerin hepsi o fikre tabii olarak, Zübeyir ağabeyin, hassaten siyasî ve içtimai mevzuulardaki görüş ve düşüncelerinin (üstadın çizgisinden inhiraf etmeden, ayrılmadan) yanında yer alıyorlardı.

Zübeyir ağabey, üstadın vefatından hemen sonra meydana gelen 27 Mayıs hain ihtilali neticesi, Demokrat Partinin kapatılıp, rahmetli Menderes’in hunharca şehid edilmesinden sonra kurulan partilerden AP ye işaret ederek, DP nin devamı olduğunu ve onun desteklenmesi gerektiğini söylüyordu.Tabii aslında partilerde, şahıstan ziyade misyon mühimdi. Yani “demokrat misyonu” temsil etmek çok mühimdi.İşte AP’ yi öyle görerek, 1965 ve 69 seçimlerinde cemaat AP ‘ye teveccüh ederek oy veriyor, ama her şeyine de mutlak boyun eğmiyordu. Meselâ, 1969 senesinde çıkarılmaya çalışılan ve Müslümanları zorda bırakacak olan “anayasa nizamını koruma kanunu” Zübeyir ağabeyin, cemaatle birlikte verdiği mücadele sonunda çıkartılamamıştır.
          
1970 senesi başında; Necmeddin Erbakan’ın şahsı ile ortaya çıkan dinî siyasete alet etme hadisesi , Milli Nizam Partisi (MNP) adında partileşerek tecessüm edince, bu hareketin yanına bazı dindar çevreler de iltihak etti. Nurculardan da bunlara meyletmeye çalışanlar olunca, üstadın sadık talebesi kahraman Zübeyir ağabey, hadiseye hemen el koyarak, ağabeyleri toplamış ve böyle bir hareketin (Kırkıncı hocanın nakletmesiyle) zararından bahisle, “Bu, Halk Partisinden daha zararlı oldu bize.” diyerek, üstadın dini siyasete alet edenlere geçit vermediğini bildirerek, çeşitli misaller falan anlatınca, buna karşı gelen bir zat-ı muhtereme de “ hoca, hoca! beni üstadımla ters düşüremezsin!” diyerek, demokrat misyonun AP’de  devamında karar kılınması neticesi, Zübeyir ağabeyin sağlığında pek kayda değer bir itiraz olmaz cemaatte.
          
Bir müddet sonra, hain ihtilâl-i sâni olan 12 Mart 1971 hadisesi meydana gelir. (Aslında yapılan bütün hain ihtilaller; inkılâpların tesviyesi ile uğraşan demokrat misyona, bu faaliyetleri yaptırmamak veya inkıtaa uğratmak için yapılan birer, inkılâpların devamı hıyanetler olduğu bilinmelidir.) Bu hareketle demokrat misyonun temsilcisi AP alaşağı edilir ( bu tarih  aynı zamanda demokrat misyonun beline vurulan en büyük darbenin tarihidir ve bundan sonra da demokrat misyon artık doğru-dürüst toparlanamayacaktır. On sene sonraki 80 ihtilâli öncesi öyle bir ışık görününce, onu da 12 Eylül’cüler söndürdü.)  ve memleket 2. bir kaosa daha sürüklenir.Tabii, Zübeyir ağabeyin “Halk partisinden daha zararlı oldu” dediği MSP de kapatıldı. Kahramanlığı kaçmakta bulan Erbakan da doğruca İsviçre’de soluğu aldığı İhtilalden tam üç hafta sonra Zübeyir ağabey Hakk’ın rahmetine kavuşur. İhtilâllerin vukuu bulduğu zamanlarda Nurun büyük erkanlarının vefatları da manidardır tabii.Tıpkı 1960’daki ihtilâlden iki ay kadar önce üstadın vefatı gibi, Zübeyir ağabey de 1971 ihtilalinden sonra vefat etmiştir.
         
Bu tarihten itibaren, bizim de içerisinde bizzat yaşayarak gördüğümüz hadiseler zuhur etmeye başlamıştır. (1970 de risale-i nurları tanımadan evvelki senelerde o zamanki Bugün gazetesi okuyorduk ve onun yönlendirmesiyle, Erbakan piyasaya çıkınca Erbakan muhibbi olmuştuk. Bu hal böyle devam ederken tanıdığımız cemaatin AP yi desteklediğini öğrenince çok şaşırmıştık. “Nasıl olur da dinî bir cemaat, dindar Erbakan’ı desteklemez de masonları destekler?” diye. O zamanlarda iki kardeşimiz bizi ikna etmek için bayağı gayret göstermişlerdi. Hatta bunlardan biri, yıllar sonra geçen dönem AKP den milletvekili olmuş ve bir düğün merasiminde bir araya geldiğimizde “halâ mı oradasınız?” deyince, biz de biraz da latife ile karışık “bana bak, bizi oraya ikna eden sen değil miydin? “ deyince ses çıkaramamış ve “doğru söylüyorsun, haklısın” demişti.)  Zübeyir ağabeyin vefatından sonra cemaati, bu mevzuularda sıkıntılar beklemektedir. Zübeyir ağabeye rağmen, hassaten siyasî mevzuularda pek yan çizemeyenler, onun vefatından sonra artık kendilerini göstermeye başlamışlar, yasaklı ve İsviçre’ye kaçmış olan Erbakan, bir şekilde 12 Mart’çı paşalar tarafından alınıp Türkiye’ye getirilmiş ve demokrat misyonu parçalama işinde bayağı hoşlarına giden “dini siyasete alet eden” bu harekete geçit vererek Milli Selamet Partisi (MSP) yi kurdurmuşlar, dolayısıyla   dindar insanlar arasına da, aynı zamanda büyük bir fitneyi sokmuş oldular.
         
İşte bu tarihlerde, (1972-73) daha önceden tek cilt olan Emirdağ lahikasının 2. cildinin de tensib tarihi olarak neşredilmesinden sonra, cemaat içinde de iftiraklar başlamış oldu. Hatta o zamanlar fitnenin merkezi olan Ankara’da bizzat hadiselerin şahidi olarak yaşayan bizlerin, gördüğü, duyduğu şeyler de içimizi sızlatan şeylerdi.Mesela, Emirdağ lahikasının 2. cildini gören bazıları “ bu da nereden çıktı, aramızda ihtilaf çıkardı” diyecek kadar basiretsizlik yaptılar ve Emirdağ lahikasının 2. cildini külliyattan saymamışlardı. Bundan sonra Zübeyir ağabeyin misyonunu, neşriyat hayatına yeni başlamış olan Yeni Asya gazetesi, şahs-ı mânevî olarak deruhte ediyordu. Bekir Berk ağabey de, bu meyanda Zübeyir ağabeyin tarzını bu şahs-ı manevi ile beraber devam ettirmeye çalıştıysa da, onu da bir şekilde Türkiye’den, Suudi Arabistan’a uzaklaştırarak, meydanda bildikleri gibi at oynatmaya çalıştılar. Tabii, o Ankara merkezli fitne hareketini icra edebilmek için, bir şekil lâzımdı. Onu da kolaylarına gelen bir tarz olarak, “Yeni Asya gazetesine muarızlık” şeklinde yaparak, iftiraklara sebeb oldular. Ve siyasi olarak da Erbakan’ın safında yer alan bu zatlardan bazıları, “dinî mevzuuda üstadımız Bediüzzaman, siyâsî mevzuularda da Erbakan” diyecek kadar densizleşmişlerdi. Tabii Ankara’da bunlar olurken, İstanbul, Erzurum gibi merkezler bu bakımdan bayağı sağlamdı.
         
Bizim de ilk defa oy kullandığımız 1973 senesinde yapılan seçimler öncesi çok sıkıntılar çekmiştik. Bir taraftan cemaatteki bu muhalifler, bir taraftan da MSP militanları ile uğraşıyorduk. Hiç unutmam, seçim öncesi atmosferin kızıştığı zaman, birkaç arkadaşla Hacı Bayram-ı Veli camiinde kıldığımız Cuma namazı çıkışı bize, ”mason uşakları, Yahudi uşakları!” diyecek kadar alçalıp, saldırmışlardı.
        
1973 seçimleri, Türkiye’de ilk defa olarak değişik bir durum arz etmişti. Milli şef İnönü’yü devirerek CHP ye genel başkan olan Ecevit’in girdiği ilk seçim olan bu 73 seçimlerinde, militanlar sayesinde CHP  mükerrer oy hilesini başlatmış oldu. Bu sayede girdiği seçim neticesinde MSP ile koalisyon yaparak memlekete büyük zararlar verdirdiler. Eşyanın tabiatına zıt bir durum gibi olan CHP-MSP koalisyonu acaib bir şeydi. Cemaatin ekseriyeti AP misyonuna devam ediyordu.
           
1977 seçimleri öncesi cemaatimiz, üstadın işaretiyle ; 1877 Rus savaşı sırasında Mevlâna Halid’in talebelerinin, Rus’ları  Yeşilköy önlerinde durdurmalarını ve yüz sene sonra gelecek olan Mehdi’nin askerlerinin, talebelerinin de mühim bir şerri  def etmek için vazifeli olacaklarını söylediği sözlerinin tahakkuk etmesi için, bizler o seçim öncesi köy köy dolaşarak, komünist kuvvetin Halk partisi eliyle gelmemesi için milleti irşad ediyorduk. Orada millete şunları söylüyorduk.”Bizim vazifemiz bir bina yapmaktır. Biz iman hakikatlerinin binasını yapmaya çalışıyoruz. (o zamanlar doğrudan ‘nurcuyuz’ diyemiyorduk) Ama tam bu bina yapma işimiz devam ederken haber aldık ki, büyük bir sel bu tarafa doğru geliyormuş. Biz de hemen bina yapma işine ara verip, binanın etrafına sur, sed yapıyoruz ki, sel her şeyi, binamızı yıkmasın. İşte aynen bunun gibi, memleketimizin komünizm belâsına düşmemesi için uğraşıyoruz.” Diyorduk. O seçimlerde nur talebelerinin bu canını dişine takma gayretiyle, Halk partisinin her türlü hile (en mühimi mükerrer oy-ki canlı şahidiyiz-) ve entrikası neticesinde iktidar olmasına 13 milletvekili kaldı.Tıpkı Mevlâna Halid’in talebelerinin yüz sene önceki Rus’ları Yeşilköy önlerinde durdurması gibi. Orası da İstanbul’un merkezine 13 km. uzaklıktadır.
        
1980 hain ihtilali her şeyi tarumar ettiği gibi, siyaseti de alt-üst etmiş, cemaatin arasına da en büyük fitneyi sokmuştu. Bundan sonraki zamanda Yeni Asya misyonunu muhafaza edenler, demokrat misyon olarak DYP’yi, sonrasında da DP’yi gördüklerinden orayı desteklerken, bizden ayrılan arkadaşlarımız, ihtilalcilerin partisi olan ve halk arasında “horoz partisi” diye bilinen MDP’ yi, daha sonra ANAP, BBP, RP, FP ve AKP’ yi desteklediler. Ama bizler misyonumuzdan hiç inhiraf etmedik, ayrılmadık.Dini siyasete alet etmeyen, siyaseti dinin hizmetinde kullanan tarafta yerimizi aldık.
    
28 Şubat sonrasında acaib durumlar meydana gelmiş, yıllarca Milli görüş saflarında yer alan eski “akıncı” kardeşlerimiz, birden bir keşifte bulunarak, hocaları Erbakan’dan ayrılarak, gömleklerini çıkartarak başka bir gömlek giymişler (içindeki adam aynı tabii) ve 28 Şubat’tan çok bunalan millete sanki bir halâskar gibi görünmüş ve 28 Şubat’ın izlerini silecekmiş görüntüsü vererek, kendilerinin de, hocalarının da ve herkesin de tahmin edemeyeceği bir oy patlamasıyla iktidara gelmiştir. Hatta anayasayı değiştirecek halde olmalarına rağmen, araba sürmeyi iyi bilmeyen usta şoför olmadıklarından, çırak olduklarından, maalesef milletin beklediğini verememişlerdir. Her ne kadar maddi sahada bazı iyi şeyler yapmışlarsa da, manevî alanda kayda değer bir şey yapmamışlardır. Başörtüsü, İmam-Hatip meselesi, Kur’an kursuna gidecek çocukların yaş sınırlaması v.s gibi meseleler 8,5 senede çözülmemiştir. Kendilerine iyi bir destek olan AB işini yavaş götürmektedirler.
       
Buraya kadar yazdıklarımızdan sonra, işin burasında yaklaşan şu seçimde “hangi partiye oy verelim?” meselesine gelecek olursak;

–    Bizim takip ettiğimiz yol “demokrat misyonu temsil etme” meselesidir. Burada tabii, bir partinin isminin “Demokrat” olması ile, demokrat olunamayacağı gibi, “biz demokratız” demekle de demokrat olunamayacağını bilmek lâzım.
–    Bu meyanda, geçenlerde birinden duyduğum bir söz beni bayağı düşündürdü. O cenahtan birisinden naklettiği şu sözdü bizi düşündüren” nihayet nurcuları da bizim çizgimize getirdik.”
–    Türkiye’de şimdiye kadar hiçbir parti on sene iktidarda kalmamıştır, kaldırılmamıştır. Burada da düşünmek lâzım.
–    Nur talebeleri arasında ihtilaf olmaması icab eden bu dünyevi meseleler yüzünden, herkes risaleleri iyi okuyup, en başlarda söylediğimiz, üstadımızın, partilerin din-siyaset münasebeti hakkındaki sözlerini  dikkatle inceleyip o şablonun içine yerleştirmeliyiz. Yukarıda bahsettiğimiz gibi, “biz dini siyasete alet etmiyoruz, biz o gömleği çıkardık” diyenler, ne kadar gömlek ve pantolon da değiştirse, içindeki şahıs yine aynı, o değişmiyor ki. Zaten dinî hassasiyetleri zayıf olanlar tarafından bu haller “takıyye” olarak kabul edilip, hiç inanmıyorlar o sözlere. Ve onların yaptığı yanlışları dine mal ediyorlar, zarar dine geliyor (üstadın korktuğu da bu işte.). “şunların yaptığına bak, bir de Müslüman olacaklar, dindar olacaklar” diye söylüyorlar. Tabii bu arada dine gelen tehacümleri düzeltme işi de bizlere düşüyor.
–    Nur cemaatlerinin, daha önce bizden ayrı düşünerek ayrılanları da zaten, siyasî ve içtimaî meselelerdeki idrak farklılığından dolayı olmuştur.
–    Arkadaşlarımız bize diyorlar ki ; “yahu, haydi sizin dediğiniz parti demokrat misyon diyelim, ama o barajı aşamayacak ki. % 5 lerin altındaki partiye niye oy verelim, oyumuz niye boşa gitsin?” Biz de onlara diyoruz ki; “kardeşim, sen vermez ben vermezsem, elbette barajı aşamaz. Peki kim verecek oyu?”
–    Bir de şöyle diyorlar ; ”eğer oyları iktidardaki büyük partiye vermezsek, oylar boşa gidecek veya Halk partisine yarayacak. ” Cevaben “peki kardeşim, yıllar önce demokrat misyonun temsilcileri aynı durumdayken, siz de, biz de onlara bunları söylediğimizde ne yapıyorlardı ? Hiç aldırış bile etmiyorlardı ve “küçük olsun bizim olsun” diyorlardı değil mi ?
–    Buraya kadar yazdıklarımızdan sonra; akıl, muhakeme, vicdan ve idrak ile hangi partiye oy vereceksek verelim. Ama, başkalarını da itham edip, töhmet altında bırakmadan. Tabii, zamanın da en büyük müfessir olduğunu hatırdan çıkarmamak lâzım. Yeni Asya misyonu, şimdiye kadar yanlış yapmamıştır. O bakımdan rahatız Allah’a şükür.
                    
Hulâsa, bu manâda çok şey var söylenecek. Ama burada dikkat edilmesi gereken bir şey var o da şu: Hassaten siyasî cereyanlardan dolayı iftiraka düşmemek lâzım. Yeni Asya cemaatinden ekseriyetin müttefik olduğu bir şey, meşveretle tescil edilmişken, sen yine de buna rağmen karşı gelirsen ne diyelim sana? Cemaat olmanın şuurunu, ortak noktalarını kabul etmezsen, daha önce bu misyondan aynı şeylerden dolayı ayrılanlardan ne farkın kalır ki?  Sonra biz kimseye ne baskı yapıyoruz, ne de hesap soruyoruz, “ne yapacaksın, nereye oy vereceksin? ” diye. Ama maalesef o arkadaşlarımız hep bizi sığaya çekiyor, adeta “siz de bizim düşündüğümüz gibi düşünmelisiniz” edasıyla hareket ediyor, öyle olmazsak, çeşitli şeylerle itham ediyorlar. “Gerçekten ya, biz de sizin düşündüğünüz gibi düşünmeliymişiz” desek o zaman bizden iyisi olmaz değil mi ? 
      
Image         

Benzer konuda makaleler:

13 Yorum

  1. Tarihi hadiseleri incelerken bile safınızı muhafaza edip olayları öyle irdelemişsiniz. Oyunuzun rengini belli ede ede birde bunu MEŞVERET adı altında sunmanız çok yanlış. Üstad MEŞVERET HAKLI demez, HAKLI MEŞVERET der. Başka siyasi tercihdeki kişi veya grupları eleştirirken kendi düşüncelerinizin eleştirilmesini istemiyorsunu. İşte esas ayrılıkta buradan çıkmakta. Ayrıca sizden ayrılan cemaatmi demeliydiniz sizin ayrıldığınız cemaat mi demeliydiniz.. Eleştirilecek çok yönünüz var fakat TENKİD yolunu kapalı tutuyor ve hissiyatınızla yazı yazmamanızı diliyorum.. Bu yazdıklarınıza FERASET gözü ile bakanları etkileyemeyeceksiniz..

  2. bahr-i muhiti nuriyedeki şahs-ı manevinin has temsilcilerinden müteşekkil bir cemaatin kararıyla adeta uhud da yerini terk etmeyen okçular misali kıyamete kadar üstadımıza sadakatimizi muhafaza etmek duasıyla sizi tebrik ve takdir ediyoruz

  3. Bu kez DP kazanmayacak! Ben de hep DP destekledim ve destekliyecegim ama Namik Kemal Zeybek’i desteklemiyorum. Demokrat Parti Süleyman Soylu’la iktidara gelir insallah! O adam gibi adam’dir! O dogru demokratir….

  4. kardesim küfür catismalarinin bu kadar kizistigi bir ortamda demokrat partiyi destekleyip chp basa gelirse ne olacak düsündünüzmü acaba,birde bu abi düsmanligini anlayamadim,yazilarda bile nefret kokuyor,biz o dönemleri yasamadik simdi karin tok,evde sicak döseklerde yatarak abileri elestirmeye kimsenin hakki yok,ki öo dönemin sartlari zaten kesinlile farklidir,ayrica onlarda basli basina insandir,birde yeni asyadan ayrilmis o kadar ilim adami yazarlariniz varken simdi kimse bilmiyorda azinlikta kalan bir gurupmu daha iyisini biliyor,ayrica 4 partili dönemde partilerin misyonuna bakilacak olursa tabiki AP yada DP desteklenir,erbakanin misyonu o dönemde tabiki zarar verir,ki avrupada dini ticarete alet edenlerin verdigi zarar gibi,chop malum,ama simdi ülkenin geldigi nokta belli,herseyin birde zamani var,öyle basörtüsü meselesi halolmadi deyip satasmak insafsizlik,bakin simdi daha düne kadar hapishanede bir ana ana dili kürtce konusamiyordu,peki simdiye kaadar dini olmayan bu meseleler nereden cikti,ayrica simdi DP dediginiz partideki adamcindoruk ergenekonu desteklemedimi,iki güzel demec verecekler disaridan hersey güllük gülistanlik olacak öylemi,artiki dünya düzeni degisiyor,akil var fikir var,dünyanin dengeleri degismis,teknoloji ilim,bilim,her imkan artmis,halk bilinclenmis,artik müsade edinde masonlari desteklemeyelim,sirf küfür cephesine karsi insan insafa gelirde oyunu AKP ye verir,mhp,chp,bdp birlesmis,daha ne olsun,bunlar hayrina mi birbirlerine karismiyorlar,biraz düsünelim lütfen,partileri elstirecek degilim,ama üstadin verdigi müjdeler de birbir cikiyor,felaket tellalligi yapmayadagerek yk,Akp basta oldugundan beri nedense hep olumsuz seyler yeni asya tarafindan dukduk,yok darbe olacak,ülke kötüye gidecek,ortam kötü.neredekaldi bunlar,darbe cilerin durumu belli,sirf bir müslüman olarak insan birazda Allah dua etse olmazmi,ayrica abileri ziyarete bile gitmeyi kendilerine yakistiramayanlari pekde baz almamak gerektigine inaniyorum,ki bunalri canli olarak yasadikmalesef,avrupada hizmetin icinde bulunan birisi olarakta burada biraz daha imani meselerle ilgilensekte daha türkceyi bile dogru dürüst konusamayan vatandaslarimizin kafasini siyasete bulatirmasak,ondan sonra risaleden baska yer okumaz oluyorlar,el insaf kardesim,Allah razi olsun cümlenizden….

  5. Öncelikle şunu belirteyim. gecende de bir yorum yazdım yayınlanmadı. Lutfen buraya yazı yazıyorum sansur uygulamayın. Demokratlığa aykırı olur. Abimizin yazısının çoğuna katılıyorum. Aynı görüşteyim. yazacaklarımdan dolayı gizli AKP li felan diye düşünmeyin. Su-i zan etmiş olursunuz. benim üzerinde duracağım nokta bugünki Dp nin demokratlık düzeyi. Geçen dönem Süleyman Soylu vardı. Hakikaten demokrat bir kişiydi. Nedense bu demokrat misyona sahip parti delegeleri onu düşürdüler yerine ergenekon savunucusu Cindoruk’u koydular. O da gitti Zeybek geldi, demokrat şahsiyet gitti Haydar Baş’la ittifak yaptı. Bu nasıl bir demokrat anlayış . haydar başı az cok herkes tanıyor. Ben şunu demek istiyorum. Bu parti alışmış ne de olsa bu cemaat bize oy verecek diyor, istediği gibi tavır takınıyor. Bu parti her zamn kendilerini desteklemeyeceğimizi gormeli, gerekirse bosa oy kullanılmalı ki anlasın eğer demokrat olacaksa olsun. Daha diyecek çok şey var ama kısa kesiyorum. İnşallah düşünceye engel koymaz yayınlarsınız benim gibi düşünen bu cemaatte bir çok insan var..

  6. Bu sese kulak verin ey nurcular! aldanmayın, yanlış yapmayın. Kitabın ortasından, objektif ve yaşanmış şeyler bunlar(bir çoğunu abilerimizden duyduk ve doğrudur)

  7. Çok güzel bir yazı, Allah razı olsun.
    Özellikle 1977 seçimi ile ilgili tespitleriniz bir harika. Rabbimiz Afganistan ve Suriye gibi bir felaketten bizi korumuş.
    Bu seçimde işini gücünü bırakıp milleti uyandırmaya çalışan kardeşlerimizi tanıyorum hassaten bu konu ile ilgili bir makale neşrederseniz çok memnun olurum.
    Olumsuz bir eleştiri de olsun ayrıca;
    Eskiden çok güzel hizmetler olmuş. Gayret edenlerden Rabbim razı olsun. Lakin bundan sonrası için de yazılara ve makalelere ihtiyacımız var. Osman Ağabey gibi bizlere dürbün görevi yapan yazarlarımızdan bunu da bekliyoruz. Kırıp dökmeden, insanları suçlamadan müspet işler yapıp Nurları nasıl geniş çevrelere ulaştırırız. bu konuda da yazılar bekliyorum. Zira bu hadiselerden 30 hatta 40 yıl geçti. hep eskide yaptıklarımızdan övünecekmiyiz. Yarınlar için projelerimiz olmayacakmı?
    Hürriyet Gazetesi 20 yıllık genel yyın md nü bir anda değiştirdi. ama adamı kovmadı, kendi kulvarında kalemi kuvvetli bir yazar hala o gazetede yazılarına devam ediyor. Biz de yazarlarımızı kovmadan kan değişikliği yapamazmıyız?
    Dünya aya giderken yaya kalmamamız lazım. Koltuklara oturanlar babasından mülk kalmış gibi davranmasınlar. Bir gün oradan indirilebileceklerini düşünüp yeni fikirler güzel çözüm önerileri getirmelidir. Siyaset çok değişti. sağcılar solcu solcular sağcı oldu. yeni şeyler duymak istiyorum. Vesselam…

  8. Dp li diye yıllarca Mason Gizli CHP li…vb. Demirel desteklendi.Kafanızı kumdan çıkarıp etrafa bakıp az düşünen bir Müslüman Dp oy vermesi ne kadar doğru? Dp adnan menderesle birlikte öldü.

  9. Ak Parti’nin Adnan Menderes’ten gelen geleneğin tek temsilcisi olduğunu ne zaman anlayacaksınız. Üstad gibi geniş görüşlü olun artık. Kafanızı kumdan çıkartın. Bu ne yaa. Ak parti dini alet ediyormuş falan, Size demirel’in bir sloganını yazayım 1980’li yılllardan; (Afyon’un bir ilçesinde) “Sol elinde İman Sağ elinde Kuran, geliyor muhteşem Süleyman” demekki demokrat partinin devamı adalet parti ve dyp de dini siyasete alet etmiş.

  10. Bekir Berk ağabey de, bu meyanda Zübeyir ağabeyin tarzını bu şahs-ı manevi ile beraber devam ettirmeye çalıştıysa da, onu da bir şekilde Türkiye?den, Suudi Arabistan?a uzaklaştırarak, …
    ifadesindeki “bir şekilde” yerine “kendisinin de ikrar ile kabul ettiği ağır bir kabahatinin görüşüldüğü MEŞVERET KARARIYLA” demek durumundayım… yalnız ve yalnız doğruyu söylemek veya susmak prensibi adına…

  11. Değerli Osman kardeşim tebrik ederim. Şahane bir analiz yazmışsınız. Hele 1977 yılındaki Mehdi’nin talebelerinin yaptığı hizmetlerle ilgili tesbitiniz mükemmel olmuş. Bizimde 1977 yıllarında Ankara cıvarlarıda Mehdi taalebeleri ile birlikte can siperane çalışmalarımızın anlamını ne güzelde anlatmışsınız. Ben bile Hz. Üstadın övdüğü talebeler ile birlikte hareket etmişim. Bunu şu anda anladığım için sevinçli ve mutlu oldum. Bunu açığa çıkarttığınız için Allah sizden razı olsun. Canabı Hak sizi haklı çıkaracaktır. Size ve yukarıda yorum yapan tüm kardeşlerime sevgi ve selamlarımı sunuyorum. Ali Kan.

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*