Hapishanelerin Arap baharındaki rolü

Arap katliâmına dönüşen Arap Baharı sürecinin Suriye ayağında başlayan hunharca katlin bugün Irak topraklarında devam etmesi, ister istemez insanlığın kendisini yeniden yargılamasına yol açıyor, Batı’da…

Bir insanın bu denli cani olması ve gözünü kırpmadan yüzlerce insanı öldürmesi normal bir iç savaşın seyrinde olacak şeyler olmadığını tedai ettirdi. Zira karşı tarafın zulmüne maruz kalmadıkları halde “ölüm makinalarına” dönüşen insanların şu hali, zihinlere global dinsiz terör örgütlerinin dehşetli eğitimleri yanı sıra insaniyetlerini tükettiklerinden hapishanelere düşmüş katilleri, gangsterleri ve cürüm makinalarını gündeme getirdi. Gerçi hadiseyi izleyenler arasında bu manayı seslendiren bazı dikkatli hakperestler çıkmıştı. Fakat maalesef bu ciğersuz meselelerin üzerinde durmamaya neocon sermayesiyle havuzları doldurulmuş medyanın sihir ve gürültüleri mani oldular.

Hapishane ve mahpusların devrim veya ihtilâllerdeki dâhillerini bir mektubunda dile getiren Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri, “Ben Rusya’da esir iken, en evvel bolşevizmin fırtınası hapishânelerden başladığı gibi, Fransız Ihtilâl-i Kebîri dahi, en evvel hapishânelerden ve tarihlerde ‘serseri’ nâmıyla yâd edilen mahpuslardan çıkmasına binâen, biz Nur Şâkirtleri, hem Eskişehir, hem Denizli, hem burada mümkün oldukça mahpusların ıslâhına çalıştık. Eskişehir ve Denizli’de tam fâidesi görüldü. Burada daha ziyâde fâide olacak ki, bu nâzik zaman ve zeminde, Nurun dersleriyle geçen fırtınacık yüzden bire indi. Yoksa ihtilâftan ve böyle hâdiselerden istifade eden ve fırsat bekleyen hâricî muzır cereyanlar, o baruta ateş atıp bir yangın çıkacaktı” diyor. Gerçi Fransız ihtilâlinden bugün Arap Dünyasında çıkarılan ihtilâllere kadarki geniş daireye bakmadan önce, Kemalistlerle Marksistlerin hapishanelerde Bediüzzaman ve talebelerine kurdukları tuzaklar ve Üstadın onları safdışı bırakma metodları üzerinde ayrı bir çalışmanın lüzumunu bu vesileyle hatırlatmış olalım.

İster ahirzaman dinsizliği diyelim, ister deccaliyet…Veya neocon ve neoliberal ittifağı da diyebiliriz. İhtilal veya devrimi hazırlayan bu habis ruhun sosyal bir proje olarak hapishaneleri nasıl devreye sokup mahpusları katliâm ve kaoslarda kullandıkları hususu bilimsel araştırmaları gerektiriyor. Yazımızın çerçevesine sığmayacak şu önemli konuları başka araştırmalara bırakarak sadede dönelim.

Kaddafi’yi linç edenler sıradan Libyalılar değildi. Pentagon’a bağlı çalışan neoconların zindanlarda topladıkları engerekler hem Kaddafi’yi insaniyet dışı metodla öldüreceklerdi, hem de Bingazi’deki Amerikan Konsolos ve personelini. Bunları selefi veya bedevilikle sıfatlandırıp, canilerin adreslerini karartanları tarihin ışığı mutlaka teşhir edecektir. Arap dünyasında eşkiyalık ve katlden zindana düşenleri toplayıp Libya’da, Tahrir’de ve bilhassa Suriye ve Irak’ta katliâm yaptıranların dinsiz ikinci Avrupa’ya mensup terör örgütleri olduğunu kabul etmeyenler, insaniyetin genel olarak canavar hayvandan aşağı düştüğünü ikrar etmeleri gerekir ki bu da mümkün değildir.

Bütün otoritelere, semavi dinlere ve insanî değerlere isyan etmiş Marksist felsefeden beslenmiş, Çin’den, Sibirya’dan Prag’a, Küba’dan Latin Amerika’ya insan hayatına ne denli düşman olduklarını isbat eden Komunistleri görüp bildiğimiz halde, şu Arap katliâmında onların rollerini inkâr edenlerin ve bildikleri halde medyasında seslendirmeyenleri neoconlarla müttefik olduklarını iddia etmek elbette hakikate ters düşmüyor.

IŞİD’İN KAYNAĞI BOLŞEVİZMDİR

Şu yazımızdaki manaları bilgi yetersizliğinden tarihle ve Risale-i Nurlardaki bazı prensiplerle irtibatlandıramayanlar, bazen bize su-i zanlarda bulunuyorlar. Tarafgirlik ve kolaycılığa kaçarak çoğu kez yanlış hükme varıyorlar. IŞİD’i karakter olarak Sosyalizm veya Bolşevizm’e yakın göstermek, o hareketi oluşturanları “tekfir” ettiğimiz anlamına elbette gelmiyor. 1950’li yıllardan sonra Arap coğrafyasında ayrık otları niteliğinde yeşeren “İslâm Sosyalizmi”ni, “Müslüman Baasçılığı” veya Bolşevizmi rehber edinmiş devrimleri bilenler, hareketin şahs-ı manevisinin Bolşevizme yakınlığını daha iyi anlayabilir.

Fransız ihtilâlini serâpâ cinayetlere çevirip bir insanın hayatını ekmekten aşağı düşüren ruhun hapishanelerden çıkan gangsterlerden doğduğunu “devrimciler (!)” yazmazlar. Yine Rusya burjuvazisini yüzbinlerce masumun hayatıyla birlikte ayaklar altında çiğneyenlerin de mahpuslar olduğunu “devrimci sol” zinhar ağzına almaz. Fakat çok iyi biliyoruz ki, Lenin ve Troçkinin izinden ayrılmayan neoconlar, Arap Baharı çerçevesinde hapishanelerden devşirdikleri gangsterleri maalesef El-Kaide, El-Nusra veya IŞİD saflarında organize ederek “İslâmcı Savaşçılar” veya “cihadistler” olarak piyasaya sürdüler. Bu gangsterlerce Halep’te, Şam’ın kenar semtlerinde ve Suriye’nin diğer şehirlerinde hunharca din adına işlenen büyük cinayetlerin resimlerini neocon ve neoliberaller maalesef Avrupa medyasına pazarladılar.

Türkiye’deki havuz medyası ile dizgini masonların elinde olan klasik medyanın IŞİD’i resimleme ve yorumlama biçimleri, Avrupa ve Amerika’daki Yahudi sermayesinin idare ettiği medyadan daha saldırgan olmaları bunların global kaynakta birleştiklerini gösteriyor. Doha’dan gelen paralarla Londra’dan akan paralar, aynı banka ve fonlardan geldiğine göre, manasının da aynı olmasını gerektiriyor. IŞİD’in üzerindeki perdeyi kaldırıp, bu habis ruhun İslâmla, ittihad-ı İslâmla savaşan neocon veya neoliberal olduğunu ilân etmeyen medyanın, en büyük kötülüğü Türkiye’ye yaptığını bir daha belirtmiş olalım.

TÜRK BAHARI VE TÜRK HAPİSHANELERİ

AKP devrimciliğini iftiharla ilân ediyor. Arap Baharı’nın da mimarı olduğunu Suriye’de Beşşar’la savaşan El-Kaide, El-Nusra ve IŞİD’in finansörleri olduklarını da itiraf ediyorlar. Diğer taraftan PKK ile olan ittifaklarını da resmîyete döküyorlar. Türk Baharı’nın 2002’de başladığını söyleyen eski Başbakanımızın müsbet meselelerde insiyatif kullanmadığını hepimiz gördük. Ve ülkede gerilimi üst düzeye çıkarırken bazen Mursîleşmesi, bazen merhum Erbakan’a kaçışı ve bazen de daha da ifrata giderek tamamen dini sloganlara bürünmesini pek hayra alâmet göremiyoruz. Geçmişte, Türkiye hapishanelerini örgüt eğitim merkezlerine çevirmiş 1968 kuşağını Ecevit ile birlikte sokağa salan bu zihniyetin, günümüz hapishanelerine hakim olabileceğine inanamıyoruz. Beş sene boyunca şu milletin zaman ve enerjisini bilinçlice heba ettiği Ergenekon hapishanesinden sonra, AKP’ye inanırlığın mantıkî olmadığını da görüyoruz. İşte bu kadar bıçak sırtına taşınmış bir ülkede, devrimci geçinen kadroların idaresinde kopacak bir fırtınanın neticesini hakikaten ürpertiden düşünmek istemiyoruz. Sessizliğe bürünmüş Kemalist, Komunist ve Mason ittifağının ülkeye ne denli zararlı olabileceğini geçmişte görmüş bu milletin şu gaflet ve hipnozdan uyanması için bu mübarek gecelerde duâya devam edeceğiz.

Hapishaneler Bediüzzaman’la, Risale-i Nur’la ve Nur Talebeleriyle Eskişehir’de, Denizli’de ve Afyon’da tamamen bir ıslâhhane olurken Allah korusun devrimcilerin veya ihtilâlcilerin ellerine geçtiğinde de engerek yuvasına dönüşmüş. Korkumuz; iktidar ve rant yolunda demokrasi ve barışa bir türlü yanaşmayan şu kadroların hatalarından istifade ile hakikî ihtilâlcilerin harekete geçip engerekleri mazlûm milletin üzerine salmalarındadır. İşte Suriye, işte Libya ve nihayet işte Irak…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*