Haset kaderi tenkid, rahmete itirazdır

alt

“İmanla haset kalpte bir arada olmaz” buyurur Peygamberimiz (asm). Kalpte gizlenen çekememezlik olan haset, insanı hem dünyada hem ahirette hüsrâna uğratan duygu.

Haset İblis’le başlar; Hz. Adem’e (as) karşı hissettiği bu duygu onu isyana sürükler. Kabil ile devam eden haset, insanlık tarihi boyunca yaşanan en çirkin duygulardan biridir.

İnsanı yaratan, sahip olduğu bütün özellikleri veren, ona nimetler lütfeden Allah rızıkları, nimetleri adalet, hikmet ve rahmet içinde taksim edip herkese-–dünya hayatındaki imtihan gereği takdir ettiği—nasibini verir. Kimimiz varlıkla, kimimiz yoklukla sınanır, kimimiz alan, kimimiz veren el oluruz. Eksikliklerimiz ya da üstün kılındığımız özellikler, imtihan ortamının birer parçasıdır. Sahip olduklarımızın da, yitirdiklerimizin de imtihanın bir sırrı olduğunun şuurunda Allah’tan isteriz; elimizdekilerle şımarmaz, olmayanlar dolayısıyla yerinmeyiz. Bu imtihanla, Allah’a yönelip şükredenlerden mi, yoksa Kur’ân ahlâkından uzaklaşıp nankörlük edenlerden mi olacağımız ortaya çıkar.

Sorar Rabbimiz; “Yoksa onlar, Allah’ın Kendi fazlından insanlara verdiklerini mi kıskanıyorlar?” (Nisa Sûresi, 54). Başkalarının sahip olduklarına haset etmek Allah’ın iradesine de karşı çıkmak, O’nun yarattığı kaderi beğenmemek anlamında ve dolayısıyla insanı şirke sürükleyen bir duygu. Ve biliriz ki şirk Rabbimizin affetmeyeceği günah.

İnsan nefsi haset etmeye yatkındır. Hasetten kurtulmak ise nefisle cihaddır. Peygamberimiz (asm), haset duyunca gereğiyle amel etme tavsiyesinde bulunur. O halde bu nefsanî duygunun peşine düşmemek hasetten kurtuluştur.

Bediüzzaman, Mektubat’da haset edilen güzellik, kuvvet, makam ve servet gibi özelliklerin geçici olduğu konusunda şöyle uyarır bizi:

“Hasid adam hased ettiği şeylerin âkibetini düşünsün. Tâ anlasın ki, rakibinde olan dünyevî hüsün ve kuvvet ve mertebe ve servet, fânidir, muvakkattır. Faidesi az, zahmeti çoktur. Eğer, uhrevî meziyetler ise, zâten onlarda hased olmaz. Eğer onlarda dahi hased yapsa, ya kendisi riyâkârdır; ahiret malını dünyada mahvetmek ister. Veyahud mahsudu (hased ettiği kimseyi) riyâkâr zanneder, haksızlık eder, zulmeder. Hem ona gelen musîbetlerden memnun ve nimetlerden mahzun olup kader ve rahmet-i İlâhiyeye, onun hakkında ettiği iyiliklerden küsüyor, âdeta kaderi tenkid ve rahmete itiraz ediyor. Kaderi tenkid eden başını örse vurur kırar. Rahmete itiraz eden rahmetten mahrum kalır.”

Haset, rahmetten mahrum ruhu yakar, kavurur, adeta eritir. Kalbi arınmaktan alıkoyar, saflığını karartır ve köreltir. Kur’ân ahlâkının getirdiği huzuru yaşamak varken, farkında olmadan bu cahiliye ahlâkının sıkıntısını yaşayan kimseler, Allah’ın verdiği nimetlerle yetinmeyi ve şükretmeyi akledemedikleri için mutsuz yaşar, azap çekerler. Hep yukarıda olmayı arzu eder, çıkarken birilerinin omuzlarına basar, bazı şeyleri kırar döker ancak düşerken tutunacak dal bulamazlar.

İçten içe yaşanan bu azaptan kurtulabilmek için bütün güzelliklerin, malın, mülkün her şeyin gerçek sahibinin Rabbimiz olduğunu, Allah’ın bütün bunları insanlara farklı şekillerde vererek onları imtihan ettiğini bilmek yetecektir. Böylece her güzellik, insan için haz alınacak birer nimete dönüşür.

“Allah’ın kendisiyle kiminizi kiminize göre üstün kıldığı şeyi (malı) temenni etmeyin. Erkeklere kazandıklarından pay (olduğu gibi), kadınlara da kazandıklarından pay vardır. Allah’tan O’nun fazlını (ihsanını) isteyin. Gerçekten, Allah herşeyi bilendir.” (Nisa Sûresi, 32)

Haset duygusunu yoğun yaşayan kişi, Allah’ın ilhamı olan vicdanının değil, şeytanın sözcüsü olan nefsinin yönlendirdiği yola doğru sürüklenir. “Var gücüyle kötülüğü emreden” nefsinin insanı sürüklediği yer ise bataklıktır. Kabil’in, kardeşi Habil’i kıskançlık dolayısıyla öldürmesi, Hz. Yusuf’un (as) kardeşlerinin, babalarının ona olan sevgisini kıskanarak öldürmek amacıyla onu bir kuyunun dibine bırakmaları, duygusal bir özellik olan hasedin, ne büyük boyutlarda tehlikeli davranışlara sebep olabileceğine Kur’ân’dan önemli örneklerdir.

Dünya hayatının geçici bir imtihan mekânı olduğunun bilincinde olan insan, dünyanın geçici süslerine karşı kıskançlığa kapılmaz. Kayba uğradığında, zahiren kötü görüntülerle yüzleşme zamanında sabırlı ve tevekküllü davranan mü’min, imanını ispatlar ve imanından kaynaklanan güzel davranışlarına kendisi de şahit olur.

Rekabet, hırs, kıskançlık ve haset gibi duygulara kapılmak kaderi, tevekkülü, dünya hayatının anlamını kavrayamamaktır. Doğruyu yanlıştan ayırt edebilen kişi, insanlara ve hatta kendisine benlik vermekten çekinir, şeytanî bir özellik olan haset konusunda gaflete düşmekten korkar. Rabbimizin hoşnut olacağını umut ettiği hayatı yaşamak için, insan öncelikle nefsini arındırmalı. Allah’tan uzaklaştıran engellerden, kinden, nefretten, hasetten kalbini temizlemeli. Gerçek anlamda temiz kalp, selim kalp de budur…

“Ancak Allah’a selim bir kalp ile gelenler başka.” (Şuara Sûresi, 89)

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*