Hayat Mertebeleri

Risale-i Nur Külliyatından Birinci Mektubun ilk konusu hayat mertebeleri hakkındadır. Burada hayat mertebeleri beş bölüme ayrılır. Bunlar sırası ile, bizim yaşadığımız hayat, Hazret-i Hızır ve İlyas Aleyhimesselâmın hayatları, Hazret-i İdris ve İsâ Aleyhimesselâmın tabaka-i hayatları, Şehitlerin hayatı ve Kabir alemindeki hayattır.

Mezkur eserde hayat tabakaları izah edilirken çok dikkat çekici tabir ve ifadeler yer almaktadır. Biz burada geçen bazı tabirler üzerinde durmak istiyoruz. Özellikle de ilk üç tabaka hayat tarzında izah edilen konularla ilgili. Zira bu bölümdeki sırlı ifadeler insanı üzerinde ciddi olarak düşünmeye sevk ediyor.

Birinci Mektub bir sual ile başlıyor:

“Birinci Sual: Hazret-i Hızır Aleyhisselâm hayatta mıdır? Hayatta ise, niçin bazı mühim ulema hayatını kabul etmiyorlar?
Elcevap: Hayattadır. Fakat merâtib-i hayat beştir. O, ikinci mertebededir. Bu sebepten, bazı ulema hayatında şüphe etmişler.
Birinci tabaka-i hayat: Bizim hayatımızdır ki, çok kayıtlarla mukayyettir.”

İfadede geçen ” Bizim hayatımızdır ki, çok kayıtlarla mukayyettir” cümlesini biraz açmak gerekiyor.

Bu hayat tabakası şu an içinde yaşadığımız hayat tarzıdır. Bu hayatımız da alem-i şehadetin şartları ile sınırlıdır. Yani hayatımızın devamı için çok şeylere muhtacız ve belli sınırlarımız var. Bunlardan en önemlisi, hiç kuşkusuz ‘mekan ve zaman’ sınırıdır. Bir başka deyişle biz bu mekan ve zaman sınırları içinde hareket etmeye mecburuz. Normal şartlarda içinde bulunduğumuz mekanı değiştirmediğimiz gibi, zamanın etkisi altından da çıkmayız. Yani bulunduğumuz zaman diliminden ne bir dakika geri, ne de bir dakika ileri gidebiliriz. Bir diğer önemli kayıt ise beşeri ihtiyaçlarımızdır. Yaşamak için havaya, suya, gıdaya, ısı ve ışığa ihtiyacımız var. Aksi taktirde hayatımız sona erer. İşte bu hayat tarzı şu an yaşadığımız durumdur.

İkinci tabaka-i hayat ise:

“Hazret-i Hızır ve İlyas Aleyhimesselâmın hayatlarıdır ki, bir derece serbesttir. Yani, bir vakitte pek çok yerlerde bulunabilirler. Bizim gibi beşeriyet levazımatıyla daimî mukayyet değillerdir. Bazen, istedikleri vakit bizim gibi yerler, içerler; fakat bizim gibi mecbur değillerdir.”

Bu hayat tarzı alem-i şehadet şartlarında olmasına rağmen bizim yaşadığımız hayat şartlarından farklıdır. Bir vakitte pek çok yerde bulunabilirler. Demek ki zaman ve mekan şartlarına bağlı değiller. Bir ölçüde zaman ve mekan sınırları dışına çıkabilirler. Aynı zamanda farklı mekanlarda bulunmak bunun işareti. Zira zaman ve mekan birbirine bağlı iki unsurdur. Bizler bu dünya şartlarında ancak bulunduğumuz zaman ve mekan sınırları içinde olabiliriz. Şayet bu zaman dilimi içinde mekanımızı da değiştirebilseydik, yani aynı anda farklı iki mekanda bulunabilseydik, bu durumda zamanı da değiştirmiş olacaktık. Bu ise bu günkü zaman ve mekan şartlarının dışına çıkmak anlamına gelir. Zaman ve mekan şartlarının dışına çıkılabilmesi ise zamanda ve mekanda ileri veya geri gidilebilmesine de işaret eder. Yaşadığımız dünya şartlarının dışına çıkmak aynı zamanda bize göre gayb olan diğer alemlerin mekan ve zaman şartları içinde yaşanabileceğini de bize ihtar eder. Demek ki Hazret-i Hızır bir zaman yolcusudur. Zaman içinde seyahat edebilmektedir. İstediği anda bir çok yerde bulunabilmektedir.

Diğer bir kayıt da beşeri ihtiyaçlardır. İkinci hayat tabakasında olan Hazret-i Hızır ve İlyas Aleyhimesselâm beşeri ihtiyaç kayıtları ile de bağlı değiller. Hayatlarının devamı için yemek ve içmeye muhtaç değiller. Ancak ifadede geçen ” beşeriyet levazımatıyla daimî mukayyet değillerdir” tabiri biraz farklı. Bu tabir, ‘arada bir ihtiyaç duyduklarını mı gösteriyor’ sorusunu akla getirebilir. Fakat ifadenin devamındaki ‘mecbur değiller’ ifadesi ihtiyacın olmadığına işaret ediyor. Demek ki bu hayat mertebesinde yeme, içme, ışık, ısı, hava gibi temel gıda maddelerine ihtiyaç duyulmuyor. Normal beşeri haller ile muhatap olduklarında yeyip içiyorlar, ancak mecbur değiller.

Sual:

Peki bu hal sadece Hazret-i Hızır’a has bir durum mudur?

Diğer insanlar da bu seviyeye çıkıyorlar mı?

Cevap:

Hazret-i Hızır Aleyhisselamın hayat tarzı ve yaşantı biçimi sadece bu insana has bir durum değil. Cenab-ı Hakkın bazı has kulları bu mertebeye çıkıyorlar. “Hattâ makamat-ı velâyette bir makam vardır ki, “makam-ı Hızır” tabir edilir. O makama gelen bir velî, Hızır’dan ders alır ve Hızır ile görüşür. Fakat Bazen o makam sahibi, yanlış olarak ayn-ı Hızır telâkki olunur” ifadesi buna işaret ediyor.

Peki bu hayat mertebesi sadece Allah’ın veli kullarına mı hastır? Diğer insanlar da bu mertebeye çıkabilirler mi?

Evet, bu mertebe için yol açıktır. Tüm insanlar gerekli şartları yerine getirilebilirler ise bu hayat mertebesine doğru yol alabilirler. Hindistan’da Hint fakiri diye tabir edilen bazı insanların yaptıkları fiiller bunu açıkça göstermekte. Bu konuda çok örnekler var. Hatta bu gün ‘Parapsikoloji’ ilmi ile uğraşanlar bu konuda bir çok çalışmalar yapmaktalar. Artık alem-i şehadet dediğimiz bu dünya şartlarının sınırlarını zorlayarak farklı boyut ve zamanlarda hayat sürmek bir ilim dalı konusu haline gelmiş durumda.

“Üçüncü tabaka-i hayat: Hazret-i İdris ve İsâ Aleyhimesselâmın tabaka-i hayatlarıdır ki, beşeriyet levazımatından tecerrüdle, melek hayatı gibi bir hayata girerek nuranî bir letâfet kesb eder. Âdetâ beden-i misalî letâfetinde ve cesed-i necmî nuraniyetinde olan cism-i dünyevîleriyle semâvatta bulunurlar.”

Birinci Mektub’da ifade edilen üçüncü hayat tarzı ise Hazret-i İdris ve İsâ Aleyhimesselâmın hayatlarıdır. Bu hayat tarzı ise dünya cisimleriyle birlikte semada devam eden bir hayat tarzıdır. Mezkur ifadede geçen ‘beden-i misali’ ve ‘cesed-i necmi’ tabirleri derin sırları ihtiva eden tabirlerdir. İnşallah bu tabirleri başka bir yazımızda ele alalım.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*