Hayat ve Kelimeler

Yazı için tüketilen ömür ve niçin bulan her zaman çığlık atmaz?
Bazılarıysa çığlık atar, ses çıkarır niçin? Bazen bir soru içinde cevabını taşır. Bazen bir soru cevap olmanızı sağlar. Niçin yazmak nasıl sorusu için bir kapı aralar… Cevabı zor bir soru. Zorluğu, verilebilecek cevapların çokluğundan kaynaklanıyor belki de….

Dünyada üç çeşit insan vardır diyor Pat Mesıtı:
1- Birşeyler yapanlar
2- Birşeyler yapılması gerektiğini konuşanlar
3- Olup bitenlerden haberi bile olmayanlar
Ve ‘Nasıl olduğunuzu düşünüyorsanız öylesinizdir ‘diye devam ediyor…

Hikayeyi belki duymuşsunuzdur. Adam, sahile vurmuş deniz yıldızlarını tek tek alıp denize atmaktadır. Şaşkın bakışlarıyla izlemekte olan birisi yanına yaklaşır ve kilometrelerce uzanan sahili göstererek sorar:
“ – Hangi birisini kurtaracaksın?”
“ – On binlercesi ölüyor. Bir eksik yada bir fazla. Ne fark eder?”
Adam soru soranı hiç umursamaz ve kumların üzerinden, can çekişmekte olan bir deniz yıldızı daha alır ve denize atarken cevaplar:
“ – İşte bunun için fark etti” der.

Kurtarılmayı bekleyen, farketmeye ihtiyacı olan belki sizin bildiğinizi görmesi gereken belki son deminde söylediğiniz bir sözle dirilişe erecek olan belki tek bir kişi var. Belki dirilmesi gereken tefessüh eden bir düşünceniz varda ifade edişinizin o­nun dirilişine vesile olacak… Bir kişi belki yazan yada farkettiğini aktaran için çok az şey… Tek dünya…

Fakat kurtarılan için belki de her şeydir. o­nun dünyasının direği kendi hayatıdır. o­nun için sanki koca bir okyanus ve koca bir dünya içindekilerle beraber kurtulmuştur. Okyanusun ve dünyanın farkına, ancak kendi hayatı ile varacaktır. o­nun duasının Cenab-ı Hakkın rızasının kazanılmasına vesile olma ihtimali çok yüksektir Yapılan işin önemini kavramak için can çekişmekte olan o­n binlercesini ümitsizce seyretmek yerine, “İşte bunun için fark etti” denilenin yerine kendimizi koymamız gerekiyor.

Fakat gerçekte çöldeki deve kuşu gibi, kafayı sahildeki kuma sokuyoruz… Bediüzzaman hazretleri niye yazmış, Yazıya niye değer vermiş… Niçin Eşref Edip Beyle yaptığı sohbette duyarlı olmanın refleksiyle yazdıklarına mukâbil şu cümleleri sarfediyor “Bana, ‘Sen şuna buna niçin sataştın?’ diyorlar. Farkında değilim. Karşımda müthiş bir yangın var. Alevleri göklere yükseliyor. İçinde evlâdım yanıyor, imanım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeye, imanımı kurtarmaya koşuyorum. Yolda biri beni kösteklemek istemiş de ayağım o­na çarpmış; ne ehemmiyeti var? O müthiş yangın karşısında bu küçük hâdise bir kıymet ifade eder mi? Dar düşünceler, dar görüşler!”… Farketmenin ifade etme tebliğ etme gerekliliğinin duyarlı bir bünyede uyandırdığı dehşet verici ifadeler…

Kelamdan kalemden ayrılamıyorum… Bazen en çok öğrenmek istediğim şey neyse daha çok öğrenmek için… Bazen bildiklerimizi hatırlamak bilmediklerimizi idrak etmek için. Bazen belki de bir insanın okuduğunda farkedemediğini farketmesine vesile olması için Telaşlar içinde avuçlarımızdan kayıp giderken hayat, durup dinlenmek, biraz soluklanmak isteyen yolculara mütevazi ve sıradan bir yol üstü kahvehanesi olabilmek umuduyla yazıyorum.

Yazdırılıyor çünkü hayatı ve farkedilen hakikatleri belki daha farklı şeyler farkettirmeye vesile olmak ümidi için. Bazen kulak tınılarının ses ahengini bozmak bazen ‘iltihaplanan idrak yollarını’ açmak için…

Hayatta herkesin bir amacı olsun istiyorum amaç da yöntemde kelam ve kaleme dökülsün hatırlamaya muhtaç olmamız hasebiyle ilk önce nefsime hatırlatarak başlıyorum satırlara…

Bazen yazdırılıyor evet ama niçin diye düşündüğümde farkediyorum çünkü aşka düştüm. Okumak bir aşk… İnsan bünyesine sindirdiyse kitabı kalemi kağıdı ayrılığı eksikleştiriyor ve acı veriyor. Kokusunu özlüyor insan. Merak başlangıc her ilmin merakla başlayan yolculuğu kaleme aksederse sorgulamak, düşünmek mayalanırsa bu özümsemeyle anlam giydirmeye yöneliyor insan paylaşım aşkı da diyebiliriz.

Bardak dolunca taşıyor insanda aldıklarını yada takıldığı ayrıntıları farkettiğini farkedince değdirmek ve sunmak istiyor illaki birileri duysun birileri bilsin içinde olanları diyor

Bazen yazmak ikinci bir yaşam gibi benim için. Gerçek yaşama kimi zaman paralel kimi zaman değil. İkisi birbirini besliyor, bütünlüyor, zenginleştiriyor.
Bazen değişmek
Bazen değiştirmek
Bazen zenginleşmek….
Bazen güzelleşmek
Bazen güzelleştirmek….
Bazen bakış açılarının değişimini döndürmek..

Üstad Necip Fazıl, yazı yazarken karşılaştığınız haleti belki beyninize bir “kıymık” saplamış olacaksınız tasviriyle yapıyor… İşkencelerin en ağırına, fikir işkencesine kendinizi kendi elinizle teslim edeceksiniz. Üstelik, tuhaf bir mazoşist (kendi kendine işkence eden) olup çıkacaksınız. Yolda, yemekte, sohbette, satırlarda, hatta uykuda, hiç üzerinize vazife olmayan ıstırapların esiri olacaksınız başınıza kıymık batırmakla..

Yani bazen fikir çilesine müptezel kılmak oluyor kendinizi bile bile…

Bazen sürüden ayrılmak…
Bazen kapılarımı ardına kadar açmak için
Bazen bilinçaltımın karanlık noktalarına ayna tutma becerisine ulaşmak için
Güzel geliyor inanıp da kâinatın sözüne ve sesine can kulağı kesilmek. Ne talihsiz bir sağırlıktır varoluşun anlamını bilmemek! (…)

Bir söz okumuştum Duyan biri olarak yaşıyor olsaydım, duymayan olarak yaptıklarımdan çok daha fazlasını yapardım. Bana öyle geliyor ki, sağırlık körlükten çok daha derin bir engellenmişliktir.” (A Natural History Of Senses, Diane Ackerman, kör ve sağır yazar Helen Keller’den naklen)

Bazen duyarlılık diyebiliriz iki kulak verilmesinin hikmeti adına…
Bazen kendine gelmek gelmişliğini idame ettirmek…
Bazen de kendine getirmek kendini
Bazen kimsesizliğinden tecrit…
Bazen de sığınmak için okuyucunun yüreğine…
Bazen de dirilmek için okuyucunun yüreğinde…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*