Hayat ve Kıyamet

“Evet, nasıl ki hayat bu kâinattan süzülmüş bir hulâsadır ve şuur ve his dahi, hayattan süzülmüş, hayatın bir hulâsasıdır; ve akıl dahi, şuurdan ve histen süzülmüş, şuurun bir hulâsasıdır ve ruh dahi, hayatın hâlis ve sâfî bir cevheri ve sabit ve müstakil zâtıdır. Öyle de, maddî ve mânevî hayat-ı Muhammediye (asm) dahi, hayattan ve ruh-u kâinattan süzülmüş hulâsatü’l-hulâsadır ve risâlet-i Muhammediye (asm) dahi; kâinatın his ve şuur ve aklından süzülmüş en sâfî hulâsasıdır.

Belki maddî ve mânevî hayat-ı Muhammediye (asm), âsârının şehâdetiyle, hayat-ı kâinatın hayatıdır. Ve risâlet-i Muhammediye (asm), şuur-u kâinatın şuurudur ve nurudur. Ve vahy-i Kur’ân dahi, hayattar hakàikının şehâdetiyle, hayat-ı kâinatın ruhudur ve şuur-u kâinatın aklıdır.

“Evet, evet, evet! Eğer kâinattan risâlet-i Muhammediyenin (asm) nuru çıksa, gitse, kâinat vefât edecek. Eğer Kur’ân gitse, kâinat divâne olacak ve küre-i arz kafasını, aklını kaybedecek, belki şuursuz kalmış olan başını bir seyyâreye çarpacak, bir Kıyâmeti koparacak.” Sözler, s.103)
Ne kadar enteresan, ne kadar sırlı, ne kadar ince, ne kadar garip bir ifade tarzı bu. Cümleler, cümlelerin içindeki kelimeler, kelimelerin içindeki harfler ne kadar da güzel dizilmiş, sıra sıra, şiir gibi. Bir tesbihe dizilmiş inci taneleri sanki. Bir o kadar da derin, üzerinde saatlerce kafa yorulacak kadar da muhtevalı ve zengin.

Bir anda anlamak da çok zor elbette bu sırlı ifadeyi. Belki iki paragraf kadar kısa, ama onlarca suâli sorduracak kadar uzun. Gelin soru sorup kafa karıştırmak yerine bu ifadenin kapısını çalalım, ne dediğini anlamaya çalışalım. Ne kadar anlayabilirsek onu kâr sayalım. Bu nurânî bahçeden bir tek nurânî meyve bile yemeye muvaffak olsak bu manevî midemizi doyurmaya yeter, bize ebedî bir gıda olur. Elbetteki fikrî kolu uzun olanlar daha çok meyve toplayabilir.

Evet, hayat nedir?

Kâinattan süzülmüş bir hulâsa. Bal gibi, süzme yoğurt gibi, sütten süzülen tereyağı gibi. Kâinatı süzdünüz, neticesi hayat.

Peki, şuur ve his nedir?

Bu da hayattan süzülmüş bir hülâsa, bir öz. Hayatın özü. Koca bir ağacın meyvesi gibi. Nasıl ki, bir ağaç dünya yüzündeki hayattan süzülmüş bir öz gibi ise, meyve de ağaçtan süzülmüş ağacın bir özü. Şuur ve hislerimiz de meyveye benzer. Hayatın bir özü, hayatın süzülmüş bir cevheri.

Peki akıl nedir?

O da şuur ve histen süzülmüş, özlerin özü.

Bir ağacı kâinata benzetsek, süzülmüş özü meyve olur. Meyvenin süzülmüş özü çekirdek, çekirdeğin süzmesi ise çekirdek içindeki hayat düğümü olur. İşte akıl da böyle bir şey. Kâinatı süzdünüz hayat ortaya çıktı, hayatı süzdünüz şuur ve his, şuur ve hissi de süzdünüz akıl, idrak, düşünce, kavrama ortaya çıkar.

Demek ki, kâinatın en kıymetli cevheri akıl, şuur, his, duygu, düşünce, fikir, idraktir.

Demek ki, kâinat hayatı, hayat ise aklı, şuuru, hissi, fikri, düşünceyi netice vermek için yaratılmış. Demek ki, kâinatın yaratılmasındaki maksat akıl, şuur ve histir.

Öyle de, bütün dünyanın şehadeti ile şimdiye dek görülen en yüksek akıl ise, Muhammed-i Arabî’nin (asm) aklıdır. Zira o (asm), Kur’ân’ın akla verdiği nur ile âlem-i gayb ve şehadetin bütün sırlarına vakıf olmuştur. Ve yine şimdiye dek görülen en yüksek ve en ihatalı şuur ve his ve fikir, Muhammed-i Arabî’nin (asm) şuur, his ve fikridir. Öyle ki ebede kadar uzayıp giden hayatın hadisâtını şuur ve hissi ile ihata etmiştir. Ve yine şimdiye dek görülen en yüksek fikir, kelâm ve akıl Muhammed-i Arabî’nin (asm) fikir, kelâm ve aklıdır. Âleme neşrettiği Kur’ân nuru ile tüm karanlık noktaları aydınlatmış, zihinleri ve fikirleri nurlandırmıştır.

Madem ki kâinattan maksat, hayattır ve hayattan maksat akıl, şuur ve histir. Öyle ise denilebilir ki, maddî ve manevî Muhammed-i Arabî’nin (asm) hayatı kâinattan süzülmüş bir hülâsanın hülâsasıdır. Risâlet-i Muhammediye (asm) ise hayatın his ve şuurundan süzülmüş bir özün özüdür. Kur’ân ve hayat-ı Muhammediye (asm) kâinatın ruhu ve aklı hükmündedir. Kâinatın hayatını besleyen ebedî hayatın nurlarıdır. Ebedî hayatın nurları bu nurdan medet alıp, bu nurdan beslenmektedir.

Öyleyse denilebilir ki;

“Eğer kâinattan risâlet-i Muhammediyenin (asm) nuru çıksa, gitse, kâinat vefât edecek. Eğer Kur’ân gitse, kâinat divâne olacak ve küre-i arz kafasını, aklını kaybedecek, belki şuursuz kalmış olan başını bir seyyâreye çarpacak, bir Kıyâmeti koparacak.”

Evet, Nur-u Muhammedî (asm) bu kâinattan çıksa kâinat aklını kaybedecek. Şuurunu yitirecek, şu dünyamız deli divâne olacak. Şuursuzca bir hareketle kafasını bir seyyare arkadaşına çarpıp kıyamete sebep olacak.

Peki Nur-u Muhammedî (asm) nerede? Nerede yaşıyor ki çıkıp gitsin?

İşte sorunun cevabı burada:

“Ahali o Üstadın sözünü kabul edip, dinlemesidir. Demek, vücud-u üstad, vücud-u kasrın dâîsidir ve ahalinin istimâı, kasrın bekàsına sebeptir. Öyle ise, denilebilir ki, şu üstad olmasaydı, o melik-i zîşan, şu kasrı binâ etmezdi. Hem, yine denilebilir ki, o üstadın tâlimâtını, ahali dinlemedikleri vakit, elbette o kasr, tebdil ve tahvil edilecek..” (Sözler, s. 113)

Yani insanların Nur-u Muhammedî’ye kulak vermelerinde. Bu Nur’u dinlemelerinde, o Nur’u yaşayıp, yaşatmaya devam etmelerinde. Bir başka deyişle iman etmelerinde, namaz kılmalarında, oruç tutmalarında, Kur’ân okumalarında, tesbih etmelerinde, kötülüklerden kaçınmalarında, haramdan uzak durmalarında. Nur-u Muhammedî’yi yaşatan insanlardır. İnsanların kalplerinde, akıllarında, hislerinde, şuurlarında, duygularında, fikirlerinde, düşüncelerinde devam ediyor bu Nur.

Demek ki insanoğlunun iman ederek inançlarını yaşamaya devam etmesi kâinatın devamına bir şart-ı âdîdir. Küllî İrade Sahibi olan Zat-ı Zülcelâl kâinatın devamı için cüz-i irade sahibi mü’min insanları bir şart-ı âdî yapmış. Bu sebeple bir tek mü’min bile hayatta olsa Kıyamet kopmayacaktır. Onun içindir ki Kıyamet öncesi bütün mü’minlerin ruhları kabzedilecek, Kıyamet tümüyle şerli insanların başına kopacaktır.

Öyle ise yaptığımız ibadet ve taat ve tesbihlerin ne kadar kıymetli olduğunu idrak edelim. Bir “Sübhânallah” tesbihi dahi kâinatın hayatı ile doğrudan alâkalıdır, unutmayalım. Okuduğumuz birkaç satırlık iman hakikati bile kâinatın hayatına hayat katmakta, sürekli akılda tutalım.

Cenâb-ı Hak hepimizi ve tüm mü’minleri Kur’ân ve iman hizmetinde daim eylesin. Âmin.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*