Hayatımızı Risale-i Nur´a vakfetme meselesi

Asr-ı Saadetin fıtri şartlarında, Şeriat-ı Garra’nın ikliminde Efendimizin pratiğinden kuvvet alarak doğmuş birçok güzel icraat ve geleneğin, tabiinden sonraki dönemlerde isim ve resme dökülerek mahiyet değişmesine benzer bir halin; Üstadımız ve saf-ı evvel ağabeylerden sonraki dönemlerde değişime uğradığını söylememiz yanlış mı olur. Birçok batıl meslek ve mezhebin hadis veya ayeti yanlış yorumlaması ve bazı sahabelerin, mahiyetlerini bilemedikleri hallerinin nokta-i istinad edilerek teşri edilmesi de bu örneklerdendir.

Bizim kuşağımız gözlerini hayata açıp Nurları tanıdığında, Üstadı dünya gözüyle gören Risale-i Nur talebelerinin “maddi güneşleri” batıyordu. Hem ferdi hayatlarında ve hem de ictimaî dairelerinde, bazı ağabeylerin hususi hallerini kendilerine dayanak edinerek -bize göre- mesleğimizin orijinal yapısından kopanlara en fazla şahit olmuş, onlarla yaşamış, onlarla ağlamış ve gülmüş bir kardeşiniz olduğumu soranlara isbat edebilirim.

Meselelerimizin hakikatleri Risale-i Nur’da yazılı olduğu halde, Hz. Üstad ve talebeleri o gerçekleri hayatlarıyla isbat ettikleri halde; nasıl oluyor da yirmi-otuz sene zarfında istikametten inhiraf sorusuna verebileceğimiz tek bir cevap var: Kader ve imtihan… Bir noktaya da seviniyoruz: Aynı kulvarda birlikte yürüyemediğimiz arkadaşlarımızın niyet-i haliseleri ve nura olan sadakatleri… Bu önemli iki hususu bu yola girmiş ve çoğu şu anda berzahta toplanmış ağabey ve kardeşlerimizi kurtaracaktır, inşaallah.

Burada medar-ı bahsedebileceğimiz ve farklı anlaşılmış ve uygulanmış çok mesele olabilir. İnşaallah istikbalde gelecek genç araştırmacılarımız; nezih, muhabbet dolu ve tesanüde kuvvet verecek üsluplarla; fakat ilmi olarak her mesele üzerinde araştırma eserleri ortaya koyacaklardır. Mesela; hayatını Risale-i Nura vakfetme ve “vakıflık” meselesinden tutunuz, Risale-i Nur Külliyatının tanzimi, Nurlara yapılacak şerhler, Risale-i Nurların okuma ve derslerde takdim biçimleri, cemaatin takip edeceği ictimaî-siyasi çizgi, Nurcuların Avrupa telakkileri, Nurcularla İsevilerin ittifak çalışmaları, İttihad-ı İslam’da takip edilecek üslup, Müslümanların ittihadına mani olan unsuriyet fikri ve bilhassa “kürtlük” meselesi, Medreselerin ıslahı, zamanımızın şartlarına uyarlanmış Medresetü’z-Zehra projeleri, haricî (dış siyaset) dairedeki olaylara bakış açımız ve daha onlarca meseleler…

Biz burada; meşveret sistemlerini kurmuş bazı Nur cemaatlerinin hizmet elemanı veya vakıf elemanı, başka cemaatlerimizin; hayatımızı Kur’an ve İman hizmetine vakfetme manasında vâkıf olmak gibi kelimelerin lügatleri üzerinde durmayacağız. Başlığında da ifade ettiğimiz üzere, örfi manası olan “hayatını Kur’an ve İman davasına Risale-i Nur dairesinde” vakfetmeyi ele alıyoruz. Risale-i Nur mesleğini sahabe mesleği olarak kabul edip nefsinde tatbik eden Bediüzzaman’ın “vakıflık” anlayışı Suffe Ashabına dayanır. “… Hazret-i Ebu Hüreyre gibi sadık ve bütün hayatını hadise ve dine vakfeden,…”(mekt.,s.145) Ashab-ı kiram gibi Nur talebeleri de farz-ı ayın derecesinde önem kazanmış imanî  meseleleri tahsile bütün zamanlarını tahsis ederek milletin imanını kurtarmaya hayatlarını vakfetmişler. Ve bunu da;  ”dünyayı terk edip kendini Risale-i Nur’a vakfederek … ve “zaman , İslâmiyet fedaisi olma zamanıdır…” üslubuyla yapmışlar ve yapıyorlar.

Bir meslek, bir statü veya bir farklılık tedaisi şeklinde, Risale-i Nur külliyatında vakıflığın olmadığını hepimiz biliyoruz. 26. Mektubun onuncu meselesinde Nur dairesi içindekiler kategorize edildiğinde; en önde talebeliğin, arkasından kardeşliğin ve daha geniş dairede dostluğun geldiğini biliyoruz. Talebeliğin manevi bir mertebe olarak telakki edildiği Risale-i Nur dairesinde; mümessil, müdebbir, vazifeli ve hizmet elemanı manasında vakıflığı anlayanlara da “kabulümüzdür” diyoruz. Üstadımızın “Risale-i Nur Talebeliği” telakkisini yerinden okuyanlar, onlar hakkındaki müjdeler ve onların şahs-ı manevilerinin yüklendiği cihanşümul davayı bilenler, buradaki maksadımızı daha iyi anlarlar.

Vakıflığı, hayatını Milletin imanının selameti yolunda vakfetme tarzında anlayanlar, bu davada vakıflığı ilk tercih edenin Hz. Üstad olduğunu biliyorlar. “Dahilde tarafgirane adavet ve münakaşalara vesile olan fürûatı değil, belki bütün nevi-i beşerin en ehemmiyetli meselesi olan erkân-ı imaniyeyi ve beşerin medar-ı saadeti ve umum İslâmın esas ve rabıta-i uhuvveti bulunan Kur’an’ın hakaik-i imaniyesini bulmak ve muhtaçlara buldurmaya hayatımı vakfettim”(Barla lahikası, s.10)  diyen Üstadımızın bütün hayatı ve vefatına kadar etrafında koşuşturan ağabeylerin hayatları hep bu manayı terennüm eder.

Bu meseleyi izah eden iktibasları dikkatlice incelediğimizde, bu yolun belli kişilere ait olmadığını; Risale-i Nur talebeliğinin şartlarını yerine getirmeye çalışan her bahadırın bu kareye girdiğini müşahede ediyoruz. “…biz öyle bir hakikate hayatımızı vakfetmişiz ki, güneşten daha parlak ve Cennet gibi güzel ve saadet-i ebediye gibi şirindir.” (13. Şua, s.342)

Zübeyir Ağabey’in vefatından zamanımıza gelen zaman dilimini harmanlayarak satırlara dökmeye uğraştığımız şu sübjektif meselelerin çeşitliliği ortadadır. İmkânımızı ve kabiliyetimi aşan  genişlikteki ilmi ve tarihî araştırmaları, istikbalde gelecek kardeşlerimize bırakmak zorundayız. Zira şartlarımız, ömrümüz ve henüz arşivlere tamamen gelmemiş doğru bilgiler de bunu gerektiriyor. Biz yalnızca; bize ufuk ve mevcut nurcuların tesanüdlerine fayda ve şevk unsuru olsun diyerek sadece tartışmalı üç-dört nokta üzerinde duracağız.

Hz. Üstad ve ağabeylerden bir kısmı hayatlarını Kur’an ve iman davasına vakfettiklerinden, çokça değişmiş şartlarda gelen nur kuşaklarının içinde de birçok fedakâr serdengeçtiler bu yolu seçtiler. Anadan, yârdan, dünyanın cazibedar nimetlerinden, ikbal ve istikballerden geçerek zor şartlarda ömürlerini Risale-i Nurları okumak, anlamak, anlatmak, müdafaa ve neşretmeye hasrettiler. Onların saf-ı evvellerinin yüzde doksanı berzaha uçtular. Tanıdık ve kendilerinden istifade ettiklerimden, rahmet, mağfiret ve Fatihalara vesile olması dileğiyle bazı isimleri zikredeceğim:

Çocukluğumun gördüklerinden; Abdulkadir Badilli, Mehmet İslamoğlu, M. Ali Bağlılaş, Mahmut Allahverdi, Fikret Yüksel,  Nazım Gökçek, Mehmet Han, Mehmet Kaya Duman… Gençliğimde tanıdıklarım ve kısmen yanlarında bulunduğum Mehmet Kaya, Mehmet Polat, Hüseyin Bulut, Vahdet Yılmaz, Celal Huyut, Hasan Üçgül, Said Dolgun,  Isparta’dan Bekir ağabey, Abdünnur Keseli, Rüştü Tafral, Abdülvahit Utkan, Muzaffer Aslan, Tireli Nihat, Saraciyeci Necmi Ağabey, Feyzi Allah verdi, Atabey’li Ali Rıza Şerafettin Kartal, Ali Mutlu… Ve daha sonra birlikte çalışma şerefine nail olduğumuz Ömer Tuncay, Hasan Şen, Ali Vapur, Sami Cebeci, Nadir Nas, Mustafa Ekmekçi, Abdulkadir Nohut, Sabahattin Aksakal, Mehmet Karahasan, Haşim Gayberi, Ahmet Tanyel, Ali Uçar, Osman Sevimli, Mesut Zeybek, Zeki Şevkli… Berzaha geçenlere Rabbim mağfiret ve rahmetini yâr eylesin, berhayat olanlara da sağlıklı ve istikamet üzre Kur’anî hayatlar diliyoruz.

Evet, 1967 den 1980 lere kadar birçoğuyla beraber olduğumuz bu mücahitler ordusunun hizmetlerde ve bilhassa meşveretlerdeki durumları, yerleri ve arkalarından gelen genç nesil ile (Hizmet elemanı veya vakıf olanlar) imtizaçsızlıkları ve nihayet akıbetleri; bu meselenin başlangıç noktasıyla ulaştığı nokta arasındaki muazzam değişiklikleri gösteriyor. Gençliğimizde kutsadığımız bu vazife ve günümüzde birileri tarafından itibarsızlaştırılmaya çalışılan bu mualla görevin mahiyetindeki değişimler; ifrat-tefrit dolu süreçlerle bidaya benzeyen birçok hususun ortaya çıktığını gösteriyor ki; o hallere ve icraatlara; ne Üstadın hayatında ve ne de Risale-i Nur’daki pratiklerde rastlamamız mümkün değildir.

Üstadımızın ve ağabeylerin zindan ile darağacı arasında gezinen hayatlarında ve zamanlarındaki vakıflıktan; memuriyete sıçramış ve tüm sosyal hakları sağlanan dönemimizdeki vakıflık arasındaki süreci detaylıca tahlil edecek çalışmalara olan ihtiyacımız ortadadır. Çocukluğumuzun gördüğü fedakâr ağabeyler daha iyi idi, günümüzdeki genç vakıflar bu işi beceremiyorlar yaklaşımındaki gizli vakıf karşıtlığını belirterek, hadiseleri kendi zamanları içinde değerlendirememe cehaleti de burada ortaya çıkıyor.

Belki de bu meseleyi ifrat ve tefritten kurtararak; Nur hizmetlerinin olmazsa olmazı “hizmet elemanlılığı, vakıf görevliliği, müdebbirlik ve vakıflık” müessesesini, burada istihdam edilecek vazifelinin hizmet programını, müddebiriyetini ve mahaldeki meşveret heyetleriyle irtibat tarzının bir mütehassıs heyetçe basit ve anlaşılır hale getirmemize ihtiyaç var. Bu usulü pratik ve teorik yönleriyle ortaya koyacak ihtisas heyetleri hakkındaki yazdıklarımızı hatırlayarak, bu hususu meşveretlere bırakmak gerekiyor.

Teknolojinin, medeniyet harikalarının ve komünikasyonun mucizevi inkişafının Kur’an’da bahsedildiği üzere fıtratın birer parçası olduğuna ve Kâinat kitabında yazılı olduğuna elbette inanıyoruz. Bu teknoloji ve medeniyet harikalarını kendi hizmetlerinde sistemleştiren Kur’an düşmanlarına karşı Nur talebelerinin hizmetlerini zamanımızdaki şartlara uyarlamamaları elbette “fıtrat kanunlarıyla” ters düşme ve hatta mübareze manasına gelir. Bu teknolojileri, harikaları ve aletleri kullanırken onların usul ve tuzaklarına düşmeden yapmamız lazım. Onlarla aramızdaki derelerin, uçurumların derinliğini Üstadımız hayatıyla ortaya koymuş. Sistem ve metodoloji denildiğinde, onların felsefi kalıplarla dünya Efkar ammesine sundukları metotlar elbette olamaz. Zira Risale-i Nur mesleğinin Kaynağı Kur’an ve Hadistir. Metodunu veya sistemini, kuran ise İmam-ı Ali (r.a.) dır. Onun hem Celcelutiye’de, hem Ercûze ve diğer eserlerinde ortaya koyduğu sistem ve metodolojiye aykırı hiçbir düsturun nurlarca kabulü mümkün değildir.

Ahir zamanda Müslümanların cemiyette hâkim değil mahkûm olduklarını, daima küresel dinsizlik cereyanlarının tarassutları altında çalışmaya mecbur olduklarını, dâhilde kuvvet ve siyasetten men edildiklerini, ehli dünyanın teşkilatlanma ve cemiyetleşme prensiplerinden kaçındıklarını ve daha yüzlerce noktadan kendimize has orijinal prensip ve düsturlarla çalıştığımızı zinhar unutmadan oluşturacağımız sistemler içinde, elbette “vakıflık” meselesi de en güzel tarzını bulacaktır. Fevkalade önemli olan şu mevzuya inşaallah devam edeceğiz.

Benzer konuda makaleler:

7 Yorum

  1. Çok çeşitli ve çok geniş izahat isteyen konuları tek yazıya sığıştırmak çok zorlamış olmalı. Her paragraf ya da konu başlığını açarak işleminizi isteyeceğim. Ve bu tür çalışmalar fitne peşindeki hevesleri de perişan edecektir. Sizden üzerimizdeki bu ölü toprağını kaldırmanızı isteme hakkına sanırım sahibiz. Selam ve dualarla

  2. Çoktan ihtiyaç duyduğumuz orjinal bir konu. İnşallah tüm soru ve istifhamlarımıza cevap verir.

  3. Allah razı olsun çok mühim bir hizmeti, vakıflık kavramını konu edinmişsiniz. Başlık başlık ayırıp üzerinde ne kadar yazı yazılsa azdır. Üzerinde durulması, meşveret zemininde etrafı erbaasıyla konuşulması ve güzel bir kıvama getirilmesi lâzımdır.

  4. Hayatî bir mevzu.. her Nur talebesinin, hakiki talebe olma gereklerini samimiyet ve azimle kuvveti ve himmetiyle karşılaması, ona hayatını Nurlara vakfetmiş olma bahtiyarlığını kazandıracaktır İnşaAllah.
    Kaleminize sağlık Şükrü Bey.

  5. Yazarın böyle önemli bir konuda, kendini işin içine fazla katması, sübjektif unsurları öne çıkarması doğru olmaz. Böyle bir konuyu değerlendirirken, tahlil ederken, hassasiyetleri ve zamanı, zamanın şartlarını da dikkate almak gerekir.

    Hizmette İstikametten inhirafları, sadece Kader ve imtihan ile izah ve yeni nesillere anlatmak doğru olmayacaktır. Dış etkiler, Devlet gücünü tesadüfen eline geçirenlerin dahli, müdahalesi, parmak karıştırması, baskılar, yönlendirmeler, kuşatmalar, sızmalar, ifsat ve fesat komiteleri, yılanlar, çıyanlar, casuslar, hileler, dolap hileleri de; çok sayıda faktör, etmen sayılmalı ve değerlendirmelerde, tahlilde dikkate alınmalıdır.

  6. Allah razı olsun. Hizmet insanını, Kuran, sünnet yolunda olmanın önemini, bu yolda hizmet edenleri yad ederek çok Farklı işlenebilecek konuları ele almışsınız.
    Allah hepimizi bu yolda gidenlerden eylesin inşallah

  7. Biri bu meseleyi ele almalı diyordum.Netameli bir meseleyi bahse medar etmişsiniz. Allah razı olsun. Vukufiyetine maşaah dedim. Ikı defa okudum. Aynı cendereden geçtiğimizi gördüm.

    Ehemmiyet ekseriyet ve akibetse cemaatleşmeye ve de ittihada perde olduğu zannındayım

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*